TV’de bir haber; “Bir minibüs aynasıyla çarptığı bisikletliyi yere düşürdü, üzerinden iki araç daha geçti ama kimse durup yardım etmedi.”
Bir başkası;
“Otobüste şortla oturan genç kadına bir kişi tekmeyle saldırdı. Daha vahim olanı, bun kişiye kimse müdahale etmedi.”
Yıllardır benzer haberleri izleriz.
Esasen çoğu durumlarda (ikinci örnekteki gibi) olaya tanık olan vatandaşlar müdahale eder, saldırganı etkisiz hale getirir, polise teslim eder.
Bazen ellerinin ayarının kaçtığı da olur.
Türkiye hala Suriye sorununa müdahil olmakla ‘suçlanıyor’...
Hatta Türkiye’yi Suriye’deki durumdan doğrudan sorumlu tutanlar var.
Bir diktatör halkından 300 bin kişinin ölümünden doğrudan sorumluysa -ki bunu sadece Türkiye söylemiyor, en son BM Genel Sekreteri BM kürsüsünden söyledi-; buna tepkisiz kalalım diyen, otobüste genç bir kadına saldıran yaratığa kimse müdahale etmedi diye ‘duyarlılık’ taslayamaz!
Uluslararası toplum, aslında, yanıbaşında tekmelenen kadına sahip çıkan, saldırgana müdahale eden vatandaşlardır.
Elinin ayarının kaçmaması kaydıyla...
***
Diplomatik, siyasi kulislerde şu ifadelerle sıkça karşılaşıyorum:
“Suriye’de Esad diktatör de, Suudi Arabistan’da demokrasi mi var?”
“Amerika nereye demokrasi getirdi de Suriye’ye getirecek?”
ABD’nin gittiği hiçbir yerde bırakın demokrasinin yeşermesini, otun bile bitmediğine itiraz edecek kimse yok.
Suriye’de sorun -hadi diyelim altı ay, bir sene- demokratikleşme sorunuydu doğru; ancak artık yüzbinlerce kişinin katli ve göçe zorlanması sorunudur.
Bunu tekrar başa sarmak, 300 bin canın, Aylan bebeğin vebali Esad’ın üzerinden almak demektir.
Esad’ın diktatörlüğünü Suudi Arabistan’ın demokratik sistemle yönetilmemesiyle bağdaştırmak, 300 bin kişinin katlini, 5 milyon mültecinin perişanlığını ‘teferruat’ görmektir.
Bir başka itiraz;
“Esad gitsin demek içişlerine müdahaledir, buna Suriye halkı karar verir.”
Aklımın erdiği son 30 yılda halkından 300 bin kişiyi öldüren lider hatırlamıyorum.
Ki, bu ‘bir kişinin ölümü trajedi, bir milyon kişinin ölümü istatistiktir’ diyen bir başka diktatörü haklı çıkarmaz. Bizim için ‘Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmektir’ ilkesi geçerlidir.
Baba Hafız Esad ve Saddam’ın Kürt katliamını, Miloşeviç ve Karaciç’in Boşnak soykırımını daha dün yaşadık. Ve ‘uluslararası toplum’ maalesef ‘izledi’...
Baba Esad izole biçimde yaşamayı başardı ama Saddam’ı, Miloşeviç ve Karaciç’i Sırp halkı mı yargıladı? Saddam’ı kim astı, Boşnak soykırımcılarını kim hapse attı?
***
Devletlerden ‘delikanlılık’ mı bekliyorum?
Evet.
En azından kendiminkinden...
Bir kadına saldıran yaratığa karşı vatandaştan delikanlılık bekleyenler de, devlet gücünü halkına karşı acımasızca kullanan diktatörlere karşı delikanlıca tavır sergileyen devletine laf ederken iki defa düşünmeli.
Zayıfa karşı saldırılar ‘iki kişi arasındaki kavga’ veya ‘devletlerin iç işi’ değildir; ulusal ve uluslararası toplumun sorunudur.
Baskın gücün tavrına, göre tavır belirlemek insana da, devlete de aynı şekilde ‘yakışmaz’...
‘Bize ne canım, polis var, jandarma var’ derseniz, birilerinin ‘dünya jandarmalığına’ ses çıkaramazsınız.
İşin siyasal, diplomatik yöntemlerini tartışabilirsiniz ama ‘tavır’ tartışılırsa insanlıktan kaybederiz.
Kaybetmekten çekineceğimiz daha değerli neyimiz var?