Fransa’nın 54 yaşındaki sosyalist başbakanı Manuel Valls, cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklarken ilginç bir cümle kurdu: Değerlerinden esnemeyen bağımsız bir Fransa istiyorum. Çin’in Hi Jinping’i, Amerika’nın Trump’ı, Rusya’nın Putin’i ve Türkiye’nin Erdoğan’ına karşı güçlü bir deneyim gerekiyor.
Belli ki Valls, saydığı dört lideri Avrupa değerleri açısından tehlikeli buluyor ve sosyalist olmasına karşın, liberal demokrasinin deneyimlerini sergileyerek gücünü korumanın telaşı içinde…
Valls, keşke, çağımızın en önemli sosyal teorisyenlerinden Prof. Dr. Zygmunt Bauman’ın analizlerine bir göz atma fırsatı bulabilseydi. Çünkü “millici” tavırları öne çıkan liderlerin değil, tam aksine, liberalizmi küresel müdahalenin mekanizmasına dönüştürmüş, zararsız gördüğü küresel oligarkların demokrasiyi içten çürüttüğünü anlamış olurdu.
Zygmunt Bauman, 1925’de Polonya’da doğdu, 1971’de ülkesinde artan Yahudi düşmanlığı nedeniyle Batı’ya geçti, 91 yaşında İngiltere’nin Leeds Üniversitesi’nde emeritus profesör olarak bilgilerini gençlerle paylaşmayı sürdürüyor.
Son olarak İspanya’nın önde gelen gazetesi El Pais’te meslektaşımız Ricardo De Querol ile yaptığı söyleşide söyledikleri bütün siyasetçilerin dikkate alması gereken önemde...
Güç küresel oldu, siyasetçi yerel kaldı
“Şu anda yaşanmakta olan süreci, demokrasinin krizi olarak görmeliyiz. Ortada bir güven sorunu var; liderlerimiz yalnız çürümüş ve yeteneksiz değil aynı zamanda yapabilen kapasiteden çok uzaktalar. Bir şeyler yapmamız için siyasete ihtiyacımız var, yapılacaklara o karar verecek, eylem ise güç gerektirir. Fakat ulusal devlette güç ile siyasetin işbirliği artık sona erdi. Güç küreselleşti, siyaset ise eskiden olduğu gibi yerel kaldı. Yani gücün küreselleşmesi siyasetin ellerini kesti. İnsanlar artık demokratik sisteme inanmıyorlar, çünkü demokrasilerde siyasetçiler vaatlerini yerine getiremiyor. Ulusal devletlerin demokratik kurumları karşılıklı bağımlılık zeminine göre şekillenmemiş. Bugün, demokratik kurumların krizini yaşıyoruz.”
Bauman, aslında küresel bir sorun olan mülteci sorunuyla Avrupa’nın baş etme çabalarının günümüz dünyası açısından önemli bir örnek oluşturduğunu belirterek şöyle diyor: Mülteciler Avrupa’ya geldi, sorun küresel, ama tüm devletler kendi dar görüşleriyle mukabele etmeye çalıştılar…
Küresel oligarşi ‘yapabileni’ sevmiyor
Valls’ın hedefine koyduğu üç ismin (Hi, Putin, Erdoğan) ortak özelliği, vaatlerinin takipçileri olmaları ve vatandaşlarına verdikleri sözlerin, küresel dengeler içinde rafa kalkmasını önlemeleri… Geleneksel ulusal devlet politikacısı karakterini sergiliyor, küresel oligarkların saldırıları karşısında geri adım atmıyorlar. Trump ise aynı oligarkların yan mahallesinden geliyor, neo-liberal/küreselci yaklaşımların ABD’nin de devlet olma niteliklerini erittiğini, önceliğin Amerikalılar olduğunu söyleyerek Beyaz Saray’a yürüdü.
Küresel oligarşi sürekli talep ediyor, mısır tarlasına girmiş bir yaban domuzu gibi tahrip ederek yolunda yürümeyi istiyor, buna, ulusuna karşı verdiği vaatlerin takipçisi, “yapabilme yeteneğine” sahip bir karakter karşı çıktığında ise, aynı oligarşi, bilerek çürüttüğü “demokratik kurumların” arkasına sığınarak yaylım ateşine başlıyor.
Oysa bilinmesi gereken ana nokta, küresel güçlerin çürüttükleri demokrasiyi kurtarmanın ana cephesi, “güçlü bir milli cephe oluşturma” ve küresel paranın gücünün demokratik kurumları hırpalamasının yolunu kapatmaktır. Bu nedenle, yıllardır, Türkiye’nin sivillerin yazdığı bir anayasaya sahip olmasını “engelletiyorlar.”
Erdoğan’ın Prof. Dr. Zygmunt Bauman’ı okuma fırsatı oldu mu, bilmiyorum ama ekonomik darbeye direnişin yolunu ABD Doları ile mücadele etmekten geçtiğini sergilemesi, en azından güçlü refleks olarak değerlendirilmeli.
Refleksi tanklara direnen milletine olan güvenden kaynaklanıyor…
Çağın kavgası sınıfsal değil, millidir
Ulusal devlet sınırları içinde yaşayan tüm sınıflar demokratik kurumlar bünyesinde mücadelelerini sürdürebilirler, normali budur, fakat ya, küresel finans oligarşisi o ulusal devletin demokrasisini yok etme kararlılığını sergiliyorsa?..
Bir gerçeği vurgulamak istiyorum: “Milli irade” şemsiyesi önemli. Ulusların var olma savaşı bu kez, kendini göstermeyen ama elindeki güç birikimiyle bireylerin yaşamlarına meydan okuyan doğrudan ulusların bekasını hedefleyen bir oligarşik yapılanmaya karşı…
“Üst akıl” kavramıyla dalga geçenlere Prof. Dr. Zygmunt Bauman’ı takip etmelerini tavsiye ederim...