Barselona saldırısı sonrasında DEAŞ’ın Avrupa’daki eylemlerini sürdüreceği öngörülmüştü, öyle de oldu. Finlandiya’nın Abo kentinde, Almanya Dusseldorf’ta, Rusya’nın Surgut şehrinde ve Fransa Marsilya’da üst üste DEAŞ eylemleri yapıldı.
Avrupa’daki DEAŞ saldırılarının ortak yönleri bulunuyor. Bunlardan birincisi, teröristlerin hemen hepsinin eylem yapılan ülke yurttaşı olması, ancak kökeninin Ortadoğu ya da Kuzey Afrika’dan gelmesi. Diğer bir ifadeyle eylemciler, dini ve etnik bakımdan azınlık durumdaki kesimden.
Avrupa’nın kendi yurttaşlarına yönelik terörle mücadelesi yeni bir durum değil. Ancak tarih içinde Avrupa’daki terör örgütlerinin tamamen yerel ve bölgesel amaçlar uğruna eylem yaptıkları, teröristlerin o bölgeden kişiler olduğu hatırlatılmalı. Daha çok ideolojik ve ayrılıkçı terör örgütlerine alışık olan Avrupa ülkeleri için DEAŞ eylemleri yeni bir durumu ifade ediyor. Zira DEAŞ’ın elemanları yerel olsalar bile, eylemlerinin amacı katiyen yerel dinamiklere dayanmıyor. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa kentlerinin uzunca bir süredir uluslararası terörizmin en açık biçimiyle karşı karşıya kaldıkları söylenebilir.
Eylemlerin niteliği
DEAŞ’ın eylemleri, bir tür “öç alma” niteliğinde; terörün Avrupa ülkelerine ne yaptırmak istediği açık değil. Dolayısıyla amacı tam anlamıyla anlaşılmayan terör saldırılarının daha fazla caydırıcı olduğuna şüphe bulunmuyor. Sokaklarda saldırılara maruz kalan insanların, bu eylemlerin neden yapıldığını anlamaları kolay değil.
Neo-post modern terör adı verebilecek bu eylemler, toplumların DEAŞ’ın amacını anlamaları için de yapılmıyor. DEAŞ’ın taktiği, Avrupa’da İslam karşıtlığını, ırkçılığı artıracak bir atmosfer yaratmak ve terörle mücadele adına da daha güvenlikçi bir Avrupa yaratmak. Bu da kısacası Avrupa’yı Avrupa değerlerinden uzaklaştırma, dokusunu bozma amacına karşılık gelmekte.
Eylemlerin yapılış biçimleri açısından da ortak yönler bulunuyor. Hemen tüm saldırılar ya bir aracın kalabalık alanlara girip insanların ezilmesi şeklinde gerçekleştiriliyor ya da tek kişinin bıçaklı saldırıları oluyor.
Bu durum, terörle mücadeleyi eskisinden zor hale getiriyor, zira patlayıcılar ve silahlar kullanılmıyor; ekmek kesmeye yarayan bir bıçak ya da servis minibüsü olarak kullanılan bir araç, terör aletine dönüşüyor.
Yurttaş avı
DEAŞ’ın yeni yöntemi, az sayıda insanı öldürüp, çok sayıda insanı korkutmayı amaçlıyor.
Bu durum, Avrupa’da herkesin herkesten, daha doğrusu herkesin tüm “koyu renklilerden” ve Müslümanlardan şüphelenmesine neden oluyor. Dolayısıyla terörle mücadelede çok geniş kesimler, üstelik ülkelerin kendi yurttaşları olası terörist kapsamına alınıyor; sonuçta terörle mücadele bir tür insan avına dönüşüyor.
Avrupa’daki yeni terör, özgürlük-güvenlik ilişkisinde ibrenin güvenliğe dönmesini sağlarken, aynı oranda terörle mücadeleyi daha zor hale getiriyor. Üstelik eylemlerin planlayıcıları, DEAŞ’ın bile Avrupa’da devletlerini daha fazla işbirliğine zorlayamayacağını biliyor. Her devlet, meselenin ancak daha fazla işbirliği ile çözüleceğini biliyor olmakla birlikte, istihbarat gibi son derece “ulusal” olan alanı ortaklarıyla paylaşmaktan imtina ediyor. Hal böyle olunca da teröristin İspanyol, Fransız ya da Alman vatandaşı olması daha fazla vurgulanıyor ve devletlerin birbirlerini “göçmenlere izin verme” konusunda daha fazla suçlamalarına neden oluyor.
DEAŞ’ın Avrupa projesini yıkma gibi bir amacı olduğu açık da, Avrupalıların projelerine sahip çıkma iradeleri ne kadar güçlü, orası belirsiz.