AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, “kendi Başbakanlığı döneminde olup bitenleri açıklamakla” tehdit eden eski tuhaf Başbakan Ahmet Davutoğlu, nihai olarak ne istiyor?
Parti kurma imkânı varken, neden “AK Parti’ye musallat olmuş” bir görüntü sergiliyor?
Cevabı basit:
Sıfırdan örgütlenmenin zorluğunu bildiği için, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şunu söylüyor: “Sen AK Parti genel başkanlığı koltuğundan kalk, ben oturayım. Parlamenter sisteme geri dönelim. Sen sembolik yetkilerle donanmış Cumhurbaşkanı olarak kal, ben Başbakan olarak ülkeyi yöneteyim...”
Bu amaçla “deklarasyon” yayınlayıp duruyor...
Ve sık sık AK Parti kurucu ayarlarına gönderme yapıyor...
Diyor ki, “Eski AK Parti günlerine dönelim...” Eski AK Parti’nin “reformlar yapan” haline...
Davutoğlu’nun Başdanışmanlığını yürüten bir liberal vardı.
Hani, “Mayıs 2016’da Başbakan değişmeseydi, 15 Temmuz yaşanmayacaktı” diyen tuhaf adam...
O da sık sık AK Parti’nin “reformlar yapan” haline vurgu yapar, “Eski AK Parti’yi özlüyorum” diye yazılar yazardı...
O dönemdeki (yani 2011 yılından önceki) AK Parti’nin birtakım mevzuat değişikliklerine istekli görünmesi ve AB’yle müzakereler çerçevesinde peş peşe uyum yasaları çıkarması “özlenecek hal”ler arasında sayılabilir...
İyi de, AK Parti sadece “uyum yasaları”ndaki başarısından ibaret değildi ki...
AK Parti, “reform” sayılabilecek düzenlemeleri asıl 2011 yılından sonra, yani kimi liberaller ve Fetullahçılar nezdinde “özlenmeyecek parti” haline geldikten sonra gerçekleştirdi.
İnanç ve düşünce özgürlüğü 2011 yılından sonra temin edilebildi.
Vesayet kurumları, 2011’den sonra etkisiz hale getirilebildi.
IMF’yle işimiz 2011’den sonra bitti.
Birtakım yasaklar (“Kürtçe yasağı” da buna dâhildir) 2011 yılından sonra kaldırıldı.
İç Hizmet Yasası, 2011 yılından sonra değiştirildi.
Devletin kılcallarına sızmış FETÖ, “cürümleriyle” birlikte 2011 yılından sonra fark edildi ve kısmi tasfiyeler (el altından) bu dönemde başlatıldı.
Azınlık vakıflarının malları 2011’den sonra iade edildi.
Hülasa, 2011 yılına kadar, biraz da zorunluluktan (çünkü geleneksel vesayet odakları ve darbe cuntaları sürekli müdahale tehdidinde bulunuyordu), AB’yi arkasına alarak ortada top çeviren AK Parti, “reformcu” kimliğine bu dönemden sonra kavuştu.
Ve “hedef” oldu.
En pespaye AK Parti eleştirileri, “diktatör” kampanyaları Gezi’ler, 7 Şubat’lar, MİT TIR’larına yönelik operasyonlar, “Türkiye DEAŞ’a silah gönderiyor” tezviratları, 17/25 Aralık’lar, 15 Temmuz’lar, AK Parti gerçek anlamda “reforma” yöneldiği ve bağımsız bir ülke gibi davranmaya başladığı (savunmasını güçlendirdiği, büyük altyapı projelerini hayata geçirdiği) için devreye sokuldu.
İlginçtir, Davutoğlu’nun özlediği AK Parti’yi, bugün Fetullahçılarla iş tutan liberaller de özlüyor.
Hasan Cemal, Mehmet Altan, Murat Belge gibi adamlar...
Fetullah’ın kendisi de özlüyor.
Ki, bir Amerikan yayın kuruluşuna verdiği mülakatta, 2011 yılına kadar AK Parti’yi desteklediklerini ve o AK Parti’yi “çok özlediklerini” söylemişti.
Demek ki “özlenir” olmaktan çıktığını düşündüğü için darbeye kalkıştı. Hem kendisini, hem “bağlılarını” rezil etti...
Davutoğlu da özlemekte hürdür ama bence bunlar vakit kaybı...
Şunu yapabilir:
Başkasının partisinin “eski hallerini” özleyip duracağına, aynı anda AB’nin, ABD’nin, liberallerin ve Fetullahçıların seveceği bir parti kurabilir.