Türk siyasi tarihinde 14 Mayıs ile 27 Mayıs iki milattır. 14 Mayıs demokrasi tarihimizin, 27 Mayıs darbeler tarihinin miladıdır.
14 Mayıs 1950, demokrasi tarihimiz açısından bir milattır çünkü çok partili demokratik rejimin işlemeye başladığı, halkın iradesinin sandığa yansıdığı, milletin seçimiyle siyasi iktidarın belirlendiği bir tarihtir.
Kitaplarda çok partili demokratik seçimlerin 1946’da başladığı yazar. Ancak bu seçimler açık oy-gizli tasnif garabeti sebebiyle demokratik seçim olma vasfını kazanamamıştır.
Bu yüzden 14 Mayıs 1950 seçimi sadece iktidarın değiştiği değil, çok partili demokratik rejimin başladığı, Tek Şef döneminin sona ererek millet iradesinin geçerli olduğu, ‘yeter söz milletindir’ mottosunun hayata geçtiği bir seçimdir.
Millet iradesi yönetimi belirlemiş ve demokratik sistem işlemeye başlamıştır.
27 Mayıs 1960 tarihi ise darbeler tarihi için bir milattır, çünkü bu darbeyle sadece bir parti iktidardan devrilmemiş on yılda bir balans ayarı yapılan bir vesayet rejimi kurulmuştur.
14 Mayıs demokrasiyi getirmiş, 27 Mayıs demokrasiyi götürmüştür.
CHP’nin bu darbedeki payı, etkisi, katkısı bir yana, darbeye karşı takındığı tavır, darbenin getirdiği vesayet sistemine yönelik geliştirdiği kabul açısından sorunlu bir siyaset çizgisi üretmiştir.
‘CHP artı Ordu eşittir İktidar’ formülasyonu siyaset tarihimizin önemli dipnotlarından biridir.
CHP, üst üste kaybettiği seçimlerle sandıktan ümidini kesmiş, demokratik yollarla DP’yi iktidardan edemeyeceğini anlamıştır.
İnönü Menderes’e yönelik ‘vatana ihanet ediyor’, ‘vatanı satıyor’, ‘cunta rejimi kuruyor’ gibi provokatif söylemlerle siyasi kutuplaşmayı artırırken; üniversiteler ve sokaklar karıştırılmış, ‘gençler kıyma makinelerinde kıyılıyor’ gibi akıl almaz suçlamalar ve karalama kampanyalarıyla Menderes iktidarına karşı halk tahrik edilmiştir.
Algı oluşturma, siyasi kutuplaştırma, sokakları karıştırma ve darbeye davetiye…
Orduyu tahrik, halkı tahrik, dış güçleri tahrik…
O dönemde iktidarın uygulamalarını eleştiren CHP şöyle bir algıyı siyasi kural gibi beyinlere kazımaya çalışmıştır: “İktidar baskı yaparsa ihtilal kaçınılmaz olur.” Bileğini bükemediği rakibini baskıcı olarak nitelendirip darbeden medet ummak, o dönemki CHP’nin tarz-ı siyaseti olmuştur.
Dönemin CHP Genel Başkanı İnönü’nün “Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır” sözleri meşhurdur.
Oysa iktidarlar hukuki ve siyasi meşruiyet temelinde faaliyet yürütürler. Hukuki ve siyasi denetim iktidarları sınırlayan yapıdır. İktidara gelen partiler bu sınırları aşarlarsa hem hukuka karşı mesuldürler, hem de sandıkta millete hesabını verirler.
Sandığa karşı güvensizlik oluşturmak, millete, demokrasiye ve hukuka inanmamaktır.
Orduyu, rejimin bekçisi gibi konumlandıran zihniyetin temeli CHP tarafından atılmıştır, ayrıca ordu içinde cuntacı bir kalkışma olan 27 Mayıs ihtilali TSK içinde ikilik üretmenin de ilk denemesi olmuştur. Küresel güçlerin vesayeti sadece Türk siyaseti üzerinde değil ordu üzerinde de tesis edilmek istenmiştir.
Darbelerin anası olan 27 Mayıs ile sadece DP devrilmemiş, Türkiye’de vesayet rejimi kurulmuştur. Bu rejimin bir ayağını asker-sivil bürokrasinin nüfuzu, diğer ayağını ABD başta olmak üzere küresel güçlerin tasallutu oluşturur.
Darbeler demokrasiyi katleder ve kötürüm hale getirir. Demokrasilerde siyasi iktidarlar belli hukuki normlar ve değerlerle sınırlanırlar. Darbeci vesayetçi düzende ise demokrasi, iradesini halktan almayan odakların keyfi ve ideolojik yaklaşımlarıyla sınırlanır.
Demokrasiyi ‘engelli’, ‘erişilemez’, ‘yaşanamaz’ hale getiren bu anlayışın temeli millete tahakküm etmektir.
Baskı bahanesiyle DP iktidarını devirenler baskının, hukuksuzluğun, cuntanın, keyfiliğin, zulmün envaiçeşidini yapmakla kalmamışlar, bunları sürekli ayakta tutan bir vesayet sistemi arzulamışlardır.
27 Mayıs nasıl darbeler tarihinin miladı ise 15 Temmuz da darbeler tarihinin sonudur.