Bayram arifesinde, bayram sevincinin kalpleri yumuşattığı bir zaman diliminde içinde bulunduğumuz ahvalle alâkalı sizlerle dertleşmek istedim. Yazıyı yazmak üzere bilgisayar başına oturduğumda aklıma, yine bir bayramda yazdığım "Dağınıklığı toplayalım" başlıklı yazı geldi. Ne yazmışım diye göz atarken, 4 yıl önceki makalede tasvir edilen hâlimizden daha beter bir durumda olduğumuzu müşahede edip yazıyı tekrar yayımlamayın münasip olacağını düşündüm. Yazının sonunda İbn Ataullah el-İskenderî Hazretleri'nden naklettiğim bayramın hakikatine dair sözü üzerine lütfen tefekkür edin:
***
Bir telâş var...
Telâşın getirdiği hatalar...
Düşmanın bir kurşununa yedek şarjörü bile yakıyoruz...
Mücadele ettiğimiz düşmana öyle güçler isnad ediyoruz ki, düşman bile “Ben neymişim de haberim yokmuş” diyebiliyor.
Devamlı hareket hâlinde olmak, devamlı karşı tarafa laf yetiştirmeye çalışmak doğru iş yapıyoruz anlamına gelmez. Gelmediği de görülüyor. Boşa harcanan enerji, düşmanın psikolojik üstünlüğü olarak bize geri dönüyor.
Telâşın getirdiği hatalar ve bunun neticesi yıpranma...
Düşmanı altetmek için yola çıkmışken, bedenen olmasa da zihnen düşmana esir düşme...
***
Telâş...
Bir anlamı da “dağılarak yok olmak”tır...
Niye dağınığız?
Bir Müslüman telâş eder mi?
Bir Müslüman’ın kalbi ve zihni dağınık olur mu?
Kalplerimizde bir maraz mı var?
Kalplerimiz, “Hasbunallahu ve ni’mel vekîl” demiyor mu?
Sadece dudağımız mı “O ne güzel dost, ne güzel vekil” diyor?
Evet evet, sadece dudağımız diyor ki düşman saldırıları karşısında telâşa düşüyoruz. Düşmanın tehdit olarak gösterdiği ölüm karşısında gülmüyor, panikliyoruz; sanki hiç ölmeyecekmiş gibi!
Eşya ve hâdiselere karşı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ifâdesiyle “İtfaiyeci hızıyla” değil de, yine O’nun ifâdesiyle “Yangının ne olduğu, itfaiyenin ne yaptığı, ne olabileceği ve ne yapılabileceği”ni bilecek şuura sahip olmanın derdine düşmemiz gerekirken...
***
Dünya için biriktirdiğimiz ve bizi kabirde yalnız bırakacak şeyler için telâş çukurunda debeleniyoruz.
Biliyorum, bu yazdıklarım bazıları için çok ‘banal’ kaçacak. Bombalar patlarken, insanlar ölürken cenaze imamı gibi vaaz vermek de nereden çıktı! Oysaki enerji hatları, petrol, döviz, nükleer anlaşmalar üzerinden bir yazı ne kadar da fiyakalı olurdu. Birkaç İngilizce terim de ekledim mi, ortaya “aman sabahlar olmasın” dedirtecek bir yazı yazmış olabilirdim. Amma velâkin olmadı, olmuyor. Çünkü bir Müslüman olarak inandığım bir hakikat var. Ancak bu hakikate nispetle enerji hatlarını, petrolü, dövizi, nükleer anlaşmaları, saldırıları değerlendirebilirim...
Biz bir şeyi kaybettik...
Lütfen telâş yapmayın baylar bayanlar, neyi kaybettiğimizi açıklıyorum:
Allah rızası için yaşama inancımızı kaybettik!
Şimdi telâşa kapılabiliriz!..
Bu satırı yazan olarak bende de, bu satırı okuyan sizde de hiçbir telâş belirtisi yok değil mi!
Ama yanımızda mantar tabancası patlasaydı...
Kalplerimizdeki hastalık belli...
Telâşın sebebi de...
Sükûnet içinde eşya ve hâdiseleri değerlendirmek varken, tribünlere oynamanın getirdiği hazza kurban olduk. Yaptığımız işlerin kıymet ölçüsü, O’nun rızasına uygun olup olmama değil de, internette kaç beğeni aldı, kaç kere paylaşıldı, televizyonda ne kadar konuşuldu oldu. Kalbimizi takviye edeceğimize, nefsimizi takviye ettik...
Şâzeliyye tarikatının büyüklerinden İbn Ataullah el-İskenderî Hazretleri “Gelin Tâcı” adlı eserinde, “Bayram, ancak dağınık işlerini toparlayan kimse içindir” buyuruyor.
Telâşın bir anlamının da “dağılarak yok olmak” olduğuna göre, İskenderî Hazretleri’nin sözünden mülhem, “Kurtuluş, ancak telâş yapmayan kalpliler içindir” diyebiliriz.
Düşmanı altetmek mi, inanın çok kolay, ama önce şu dağınıklığı toplayalım!..