Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul’da Huber Köşkü'nde medya temsilcilerine iftar verdi. Burada yaptığı konuşmayı, önümüzdeki dönemin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi öncesi) iktidar-medya ilişkileri açısından bir yere not etmek gerekiyor. Ben, Sayın Cumhurbaşkanının sözlerini samimi bir hatırlatma, “Geliniz; hakkaniyete, tarafsızlık ve basın meslek ilkelerine riayet ederek istikbalimiz ve istiklalimiz için birlikte yürüyelim” mesajı olarak okudum.
Türkiye’de medya, maalesef demokratikleşme ve milletin değerlerini savunma adına kötü bir geçmişe sahip. Medyada ana gövde, sermaye ve zihniyet itibariyle milletin yanında değil de, millete dayatılan vesayet sisteminin yanında oldu. Seçilmişlerin savunucusu değil, darbecilerin/cuntacıların sopası ve susturucu oldu.
27 Mayıs 1960 darbesi dâhil bütün askerî müdahalelerde darbe şartlarını hazırlayan, cuntacıları alenen tahrik eden bir basından söz ediyoruz.
Rahmetli Menderes, rahmetli Demirel, rahmetli Türkeş, rahmetli Özal ve rahmetli Erbakan, millete doğrultulmuş bu silahtan çok çekti. (Rahmetli Ecevit’i de cuntacıların adamlarına yer açmak gayesiyle iş göremez halde göstermek için yapılan çirkeflikleri unutmadık.) İftardaki konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan da; “40 yıllık siyasi hayatımda medyada karalama kampanyalarının muhatabı oldum” dedi.
Yaşadıkları döneme damga vuran neredeyse bütün siyasetçiler, kendisini iktidarların üzerinde gören bu medyadan çok çektiler. Bu medyada kalem oynatan, kendilerini yarı tanrı gibi gören kibirli şahıslar haysiyet cellâtlığı yaptılar. Cüretlerinde, kabadayılıklarında sınır yoktu. Yeri geldi hükümet devirdiler, hükümet kurdular, bakan götürdüler, bakan getirdiler. Mesleğimizin bütün ilkelerini dillerine pelesenk ettikleri halde hiçbir ilkeye uymadılar. Gözümüzün içine baka baka bütün ilkeleri, değerleri ayaklarının altına aldılar. “Halk adına kamuoyu oluşturan bir kuvvet olmaktan ziyade kendilerini siyasetin, yargının, yasamanın, yürütmenin yerine, üstüne koydular.” Hepsini saymayacağım.
AK Parti iktidarında, konumlarını ve güçlerini koruma adına büyük direnç gösterdiler. FETÖ terör örgütünün, gerçek yüzünü gösterdiği 7 Şubat 2012 MİT krizinden itibaren kimi gönüllü, kimi şantajlara boyun eğerek bu yapıyla ittifaka gitti. Erdoğan’ı, mutlaka saf dışı bırakılması gereken bir düşman olarak gördüler. Gezi olaylarında, 17/25 Aralık’ta, MİT TIR'larının durdurulması ihanetinde, 30 Mart yerel seçimlerinde, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, 7 Haziran seçimlerinde FETÖ ile birlikte yürüdüler.
Küresel medya da onlarla birlikteydi. Erdoğan’ı ve AK Parti’yi karalama kampanyalarında jurnalcilik yaptılar. FETÖ’cülerin servis ettiği çarpıtmaları kullanıp Türkiye’nin Suriye’deki terör örgütlerine silah yardımı yaptığı yalanını ısıtıp ısıtıp gündeme getirdiler. Her dönemde olduğu gibi siyasi müttefikleri yine CHP’ydi…
16 Nisan referandumundaki ‘Evet’ten sonra artık mecalleri yok, ayrıcalıklarını kaybettiler.
Sayın Cumhurbaşkanı iftardaki konuşmasıyla aslında bir sulh teklif ediyor. Geliniz diyor, daha demokratik, daha çoğulcu bir Türkiye için milli iradeyi artık yok saymayınız. Kendinizi milletin ve seçtiklerinin üzerinde görmeyiniz. Ülkeyi yönetenleri eleştirin ama düşmanlık yapmayınız. Yerli ve milli olmak/kalmak önemli. Milletin menfaati dışındaki her şey teferruattır. Nasıl siyasetçiler hukuk içinde hareket etmek zorundaysa, şüphesiz ki gazeteciler de medya dünyası mensupları da aynı şekilde hukuka bağlı kalmak zorundadır...