İnsan doğal haliyle nasıl dil öğrenmeye yönelik bir yatkınlıkla doğuyorsa, benzer şekilde “anlam arayışına” ve “ yaratıcıya inanma” eğilimi ile de doğuyor. Bu doğuştan inanmaya yatkınlığı destekleyen çok sayıda teorik yaklaşım var. Bunların bir kısmı insan fıtratı tanımı üzerinden geliyor. Diğer bir kısmı din psikolojisi çalışmalarından geliyor. Ayrıca felsefi metinlerden de bu “inanmaya yatkın olma haline” destek var.
Dış faktörler çocukluktan başlayan bu yaratıcı güce inanma eğilimini arttırıp azaltabiliyor. Çocuğun ailesi, yakın çevresi, okul eğitimleri, yaşanan çağın inanma ile ilgili trendi, kişinin inançlarını iradi gözden geçirme süreci, acılı veya mutlu yaşantıları vb. faktörler inanma sürecini etkiliyor. Bu yazıda, yukarıda saydığım faktörler içinde, benim klinik pratiğimde şahit olduğum travmatik yaşantıların inanma sürecine etkisini ele alacağım.
İnanmaya fıtri eğilim
İslam düşünce geleneğinden gelen fıtrat kavramı, Allah’ın insanı yaratma şeklinden kaynaklanan, insanlardaki özellikleri ve eğilimleri gösterir. İnsan doğasının yaratılıştan belirli ve özel bir şekilde var olmasıdır. Bu anlamda insan fıtratının özelliklerinden biri de, yaratıcıya inanmaya yatkın bir potansiyel ile doğmasıdır.
Din psikolojisi alanında bilimsel çalışmalar
Oxford Üniversitesi’nden gelişimsel psikoloji alanında profesör olan Justin Barrett çocukların bir yaratana ve var olan her şeyin amacı/gayesi olduğuna doğuştan inanmaya eğilimi olduğunu söylüyor. Barret’e göre, yaratıcı bir güce inanma eğilimi zihin kodlarımızda kayıtlı.
Justin Brrett bu fikrini çocuklarla yapılan bir seri deneyden çıkarıyor. Çocukların doğadaki var olan şeylerin bir nedenselliğe dayandığını düşünme eğiliminde olduğunu (nedensellik), aynı zamanda her şeyin bir amacı olduğunu düşünme eğiliminde olduğunu (gayesellik) deneylerle gösteriyor. Bu sebeple de Justin Barett kitabına “doğuştan inananlar” adını vermiş.
Hayy Bin Yakzan’ın Allah arayışı
Endülüslü İbn Tüfeyl’in Hayy bin Yakzan adlı felsefi hikayesinde, bir adada ceylan tarafından tek başına büyütülen bir çocuğun, Allah’ı arama sürecini anlatır. Tüm dış etkilerden uzak ve tek başına olan bu çocuk, içindeki fıtri anlam arama ve inanma eğilimini takip ederek, düşünüp Allah inancına ulaşır.
Çocukluk travmaları inanç alanını da bozabiliyor
Bu yazıyla esas söylemek istediğim ise şu: Özellikle insan eliyle, yine özellikle de çocukluk döneminde kötülüğe veya acılı yaşantılara (travma) maruz kalmak, insandaki bu doğal inanma eğilimini bozabiliyor. Başka insanların kötülük veya hatalarından etkilenmiş çocuk, insanlara ve topluma güvensizlik duyuyor. Onlarla bağı zayıflıyor. Bazı kişilerde bu güvensizlik ve uzaklaşma, Allah inancına doğru da genişleyebiliyor.
Şöyle bir hikaye duydum: Büyüdüğü evde dayak yemiş, zihinsel olarak bölünmüş ve artık ergen yaşa gelmiş kişi var. Bu kişinin ev sahibi kimliği oruç tutmak istiyor. Evde yenilen dayağın hatıralarını taşıyan iç alter (otonomi kazanmış zihin organizasyonu) ise diğer kişiliğe oruç tutmaması için baskı yapıyor. O alter kimliğe “neden orucunu bozması için baskı yapıyorsun?” diye sorulduğunda ise, kendisinin diğer kişilik gibi inancı olmadığını söylüyor.