İdlib yakınlarında kimyasal silah kullanıldığı iddia edilen saldırıda, otuzu çocuk en az yüz kişi hayatını kaybetti. Bu saldırı, 2013’de Şam’ın doğusundaki Guta bölgesine yapılan sarin gazı saldırısından sonraki en büyük katliam. Guta’da hayatını kaybedenlerin sayısı tam bilinemiyor; rakamlar 300 ile 1500 arasında değişiyor.
Muhtemelen İdlib’de de kaç kişinin öldürüldüğünü tam olarak bilemeyeceğiz. Zira o gün gibi bugün de bu suçun faili olarak gösterilen Esad yönetimi, önce “biz yapmadık” demiş, ardından kimyasal silah kullanılmadığını iddia etmiş, sonra hamisi devreye girmiş ve ne kullanılıp kaç kişi öldürüldüğü konusunun üzerine gitme imkanı kalmamıştı.
2013’te yasaklanmış kitle imha silahlarını kullanmasına rağmen her hangi bir yaptırıma maruz kalmayan Suriye yönetiminin bir kez daha aynı yöntemi denemesi şaşırtıcı değil; zira koruyucusu var ve yaptıkları karşısında ceza almıyor.
Atılan bombaların niteliğini tartışmak bir defada yüzlerce insanı öldürmek için kullanılan diğer araçları görmemeye yol açmakla birlikte, kimyasal silahların yasaklanmış olması bu katliamı büyük suçlar listesine eklemeyi mümkün kılıyor.
Suçun iddia düzeyine çekilmesi
İdlib katliamında durumu iddia olarak görenlerin iki gerekçesi bulunuyor. Birincisi, kimyasal silah kullanılmadığı ancak bombanın bir kimyasal silah deposuna atıldığı yolunda. Bu iddiayı yapanlar, esas kimyasal silah kullanma hazırlığında olanların muhalifler olduğunu ima ediyorlar.
Diyelim ki öyle; diyelim ki bir silah deposu havaya uçuruldu ve oradan yayılan kimyasallar halkı öldürdü. Bu durumda kimyasal silah havadan karaya atılmamış, karadan karaya kullanılmış demektir. Bile bile burası havaya uçuruluyor ise bombalama eylemi bir tür bilardo yöntemiyle gerçekleştirilmiş olur. Dolayısıyla bu iddia doğru bile olsa, sivillere karşı kimyasal silah kullanılması gerçeğini değiştirmez.
Diğer iddia ise saldırının kim tarafından yapıldığının tam olarak bilinememesi. Esad güçleri de olabilir, Rusya da.
Suçun Putin ile Esad’ın arasında bir yerlerde bırakılması, Rusya’nın batılı ülkelere “gücünüz yetiyorsa, bana baskı yapın” demesiyle aynı anlamına gelir; ki zaten olay aynen bu aşamaya taşındı. BM Güvenlik Konseyi’nde batılı ülkelerle Rusya arasında sert tartışmalar oldu.
Esad üzerinden bloklaşma yaratılması
Rusya, batının Esad’ı devirmekten başka bir şey düşünmediğini, bu tür çıkışlarla da barış görüşmelerini tehlikeye soktuklarını savundu. Mealen, hem Suriye’de istikrara çalışmıyor, hem de istikrar adına yapılanlarda suç aranıyor demeye getirdi.
Bu savunmanın hukuken ne kadar karşılığı olur, orası belirsiz. Ancak siyaseten bir sonucu olacağı öngörülebilir. Gayet tabi Rusya Suriye’ye yeni yaptırımları veto edip BM’den karar çıkmasına engel olacak. Ancak zaten dünya BM’den umudunu keseli çok oldu. Dolayısıyla bundan sonrası BM’yi atlayarak yapılacak.
Söz konusu olay, her şeyden önce Esad’ın geçiciliğini teyit etti ve bir süre daha iktidarda kalmasını makbul gören Batılı ülkelerin elini zayıflattı. Dolayısıyla Esad’cılar ile Esad karşıtları şeklindeki ayrışmanın netleşmesi baskısı doğdu. Bu arada kullanılan silahın niteliği nedeniyle, öldürülenlerin kimler olduğu önemini yitirdi. Diğer bir ifadeyle “iyi muhalifler”-“kötü muhalifler” konusu anlamsızlaşıp dikkatler doğrudan devletler üzerinde yoğunlaştı.
En önemlisi ise, bu olayın ABD’yi Suriye’ye çeken, müdahaleye zorlayan bir yanı bulunması. Saddam, bu gerekçeyi ABD’ye verememişti; Esad ise verdi. Dolayısıyla İdlib katliamı, ABD’nin Rusya karşısında alacağı sert tavrı da açığa çıkardı.