31 Mart seçimlerine dört ay kaldı, tüm partiler için zaman giderek daralıyor ama CHP için işler biraz daha zor görünüyor. Çünkü CHP, süregelen sıkıntılarını gideremediği, açmazlarını açıklığa kavuşturamadığı gibi bir de güncelleyip işleri daha da içinden çıkılmaz kılıyor.
Sıkıntıların bazıları yapısal, bazıları konjonktürel. Aşılamaz değil ama görünen o ki yine aşılamayacak. Nedir, bakalım.
BİR: CHP için en keskin gerçeklik; öldürmeyen ama ondurmayan: Yüzde 20-25 bandına sıkışmışlığı. Laik, Kemalist, seküler taban CHP’nin kemik oylarını oluşturuyor ama kilitliyor da. Çünkü bu genetik kendini tekrar ediyor, haliyle hastalıklarını da.
İKİ: Bir partinin geçmişini-sicilini silmesi mümkün değildir ama düne dair samimi bir muhasebe yapması, kendini sağaltması ve zihniyetini güncellemesi mümkündür. Bunu yapamıyor.
ÜÇ: CHP zihniyetini değiştiremediği için yüzde 25 bandını aşıp geniş toplumsal kesimlere açılamıyor. Kesin inanmışlar dışında kimseyi kendisi olarak ikna edemiyor.
DÖRT: Yüzde 25 ile iktidar olamayacağı için de başka siyasi-ideolojik yapıların kapısını “kurumsal” olarak çalıyor. Bu başvuru, muhatabını güçlendiriyor ama CHP’yi güçlendirmiyor. Ne gelen oy CHP’de eriyor, ne maya tutuyor. Neticede CHP yamalı bir parti olarak seçmene güven vermiyor.
BEŞ: 7 Haziran seçimlerinden beri (ki öncesinde Baykal’ın çarşaflı kadınlara CHP rozeti takma hadisesi de vardır) denenen siyasi manevralar eklektizmden öteye geçmedi. Üstelik CHP sosyolojinde depresyona yol açtı, “bizden adam çıkmaz” kanaati pekişti. Mesela Sezgin Tanrıkulu yahut Mehmet Bekaroğlu vd. partiye “CHP sanki çoğulcu bir partiymiş” yanılsaması için dahil edilmelerine rağmen buna en çok CHP’liler inanmıyor. Ama yönetim mecburiyet hissediyor. Yoksa Ekmeleddin İhsanoğlu fiyaskosundan sonra Abdullah Gül’e, şimdi de Abdüllatif Şener’e bel bağlanır mıydı? CHP yönetimi ve etki çemberi bu isimler etrafında “geniş mutabakat oluşmayacağı” gerçeğini ısrarla görmüyor. CHP’den isimler çıkarmak yerine eski AKePe’lilerde boncuk aramanın AK Parti’yi rahatlattığını, kendi tabanını ise mutsuz ettiğini değerlendiremiyor.
ALTI: Muharrem İnce umut olabilirdi. Ama hem Kılıçdaroğlu’nun hem bizzat İnce’nin siyaset bilmezliğiyle koltuk sevdası dışında geride bir şey kalmadı.
YEDİ: Kişilerin koltuk sevdası iyi yönetilemezse parti için yıkımdır. CHP’de herkes her göreve talip, bunu ilan ediyor, sahada kendisi için çalışırken diğer partililere de rakip oluyor. Sonuç? Hizipleşme, parti içi husumet, ekip ruhunun ve ortak hedefin bozulması, enerji ve emek sarfiyatı. AK Parti bunu nasıl yönetiyor diye bakınca vahametin boyutları daha iyi anlaşılıyor. AK Parti’de göreve talip olanlar dahi görevin tevdi edilmesini bekliyor, o vakte kadar parti disiplini ve ahlakı içinde davranıyor. Görev başkasına verilse bile sahaya çıkıp o kişinin dolayısıyla partisinin başarısı için çalışıyor.
SEKİZ: Hizipleşme, kısa sürede rezalete evriliyor. Herkes birbirinin, partinin, genel başkanın ve hatta seçmenin hilafına basın önünde konuşuyor. Muharrem İnce’nin CHP seçmenine “şizofrenler”, Tuncay Özkan’ın Muharrem İnce’ye “şerefsiz” demesi, Kartal Belediye Başkanının Kılıçdaroğlu için “bir kasa domates versen en çürüğünü seçer”, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanının CHP için “ülkenin hiçbir meselesi için hiçbir hazırlığı, projesi yok” itirafında bulunması, Öztürk Yılmaz’ın Kılıçdaroğlu’na “rezil ol, kepaze ol” diye çemkirmesi gibi.
DOKUZ: Transferlerini CHP’ye katkı sağlasınlar diye değil AK Parti’ye zarar versinler diye yapması. Ama Öztürk Yılmaz örneğindeki gibi hesap dönüyor sap dönüyor üzülen, hakarete maruz kalan, kamuoyunda aşağılanan yine CHP oluyor.
ON: Türk milliyetçisi, yabancı düşmanı İP ile Kürt milliyetçisi, ayrılıkçı HDP’den aynı anda medet umması ve seçmen tepkisini umursamaması.