9 Eylül 1923’te Türkiye’nin ilk siyasi partisi olarak kurulduğunda, adı her ne kadar Halk Fırkası olsa da kurucuları Cumhuriyet elitleriydi ve halka bakış da hep üstenci oldu.
Bu bakışın en kesif olduğu dönem Demokrat Parti’den önceydi. 1923-1946 arasında hem Ankara valiliği ve belediye başkanlığı hem de CHP il başkanlığı yapan Nevzat Tandoğan’ın kasketli poturlu insanları “kent estetiği bozulur” diye şehir meydanlarına sokmadığı ve “bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” dediği dönem.
Bu anlayış en veciz şekliyle 1970’lerde Cumhuriyet gazetesinde ifadesini buldu: Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremedi.
Vatandaş halktan üstündü ve elitlerdenseniz sorun yoktu.
Ne zaman ki CHP içinden de çıksa yeni partiler kuruldu ve halkın temsilcisi olmayı başardı, o vakit Türkiye demokrasi tarihi, darbeler tarihi olarak da geçti kayıtlara.
CHP’ye ilk en ağır yenilgiyi tattıran Demokrat Partiöyle cezalandırıldı kibundan böyleTürkiye’de siyaset yapacak olan herkes ve oy verecek seçmen haddini bilsin istendi.
Adnan Menderes’i iki bakanıyla birlikte asarak geride büyük bir travma bıraktılar. Sonraki her darbe biraz da “ipte sallanan başbakan fotoğrafı” sayesinde başarıldı. (Türkiye’nin bu travmayı atlatmasını sağlayan parti AK Parti, lider Tayyip Erdoğan’dır.)
Darbelerin mümkün olduğu, vesayet düzeninin işlediği her dönemde CHP için seçim kazanmanın, iktidar olmanın ne önemi vardı ne gereği. Bunu açıkça söylüyorlardı. CHP seçmeni de öyle, kendini seçim kazanan, hükümet kuran partilerden ve seçmenlerinden her halükarda “üstün” hissediyordu.
11 yıl önce Meclis çoğunluğu olan AK Parti’nin anayasal hakkını kullanarak cumhurbaşkanı seçmesini engellemek amacıyla e-muhtıra verenler ve destek için meydanlara sürülen kitle Türkan Saylan’ın dile getirdiği şu duyguyu içselleştirmişti: Asıl olan biziz, bizim istemediğimiz bir şeyin bu ülkede olması mümkün değildir!
Ama oldu; CHP’nin, darbeci jakoben çevrelerin değil demokrasinin dediği oldu.
2007’de kendisiyle röportaj yaptığım Prof. Dr. Toktamış Ateş CHP’li zihniyetini şöyle ifade ediyordu. “AKP''li değilim, oy vermedim, seçim kazanmasından da mutlu olmadım ama ülkeyi iyi yönettiklerini, hata yapmadıklarını düşünüyorum. Dış politikada akıllı basiretli, ekonomi politikada disiplinli davranıyorlar. Sağlık politikalarını beğeniyorum. Özellikle sigortalı hastaların hayatlarını çok kolaylaştırdılar. Ulaşım politikaları da öyle, çift yol projesi gayet başarılı. Bunlar hep olumlu şeyler ama AKP''ye yine de oy vermem, ''bizden değil'' çünkü."
Beğendiği partiye ideolojik sabite nedeniyle oy vermeyip beğenmediği partiye mecburen oy veren bir kitleden bahsediyoruz.
AK Parti kendine oy vermeyenleri bile etkilerken CHP, kendi seçmeni ve hatta teşkilatını bile etkileyip değişime ikna etmek konusunda büyük bir isteksizlik ve başarısızlık yaşıyor.
Bu sebepledir ki CHP seçmeni de CHP yönetimi gibi büyük bir kafa karışıklığı ve derin bir depresyonla malul. İyi temsil edilmediğini görmek, oy ve gönül verdiği partinin beceriksizliğini kabullenmek seçmeni çaresiz bırakıyor. Bu hal, dış etkilere, sokma akıllara, operasyonlara her zamankinden daha açık ve istekli kılıyor CHP’yi.
CHP’nin demokratik yöntemlerle iktidar olamayacağına, Erdoğan’ı deviremeyeceğine inandırıldığı için 2013 Gezi Kalkışmasını kurtuluş olarak gördü CHP tabanı. Bu boşluktan sızdı yasadışı örgütlerle dirsek teması olanlar, FETÖ’nün taşeronluğunu yapanlar.
Bir yandan kumpas mağdurlarının sözcüsü pozu kesen Kılıçdaroğlu CHP’si bir yandan da FETÖ’den faydalandı ve kendinden faydalandırdı. 7 Haziran öncesi FETÖ ablaları ev ev dolaşıp oy istiyordu CHP’ye. PKK sözcülüğü HDP’den CHP’ye geçti.
Sonrası malum. Anketlere yansıdığı gibi yüzde 4-5 oranında seçmen kaçtı CHP’den.
Bugün AK Parti’nin geçmiş cumhurbaşkanlarından, siyaseten iflas etmiş bakanlarından medet umma noktasında CHP. Kendinden bir adayı bile yok. Milletvekili pazarlayan, seçmenine “gösterdiğim kişiye tıpış tıpış oy vereceksiniz” diye buyuran bir genel başkanı var.