Birinci olarak, CHP’de ciddi şekilde EKSEN KAYMASI yaşanıyor. CHP millilik vasfını kaybediyor. Türkiye partisi olmayı beceremeyen HDP ile iç siyasetteki yakınlaşma CHP’yi klasik siyasi duruşu değiştirip Türkiye partisi olmaktan uzaklaştırdığı gibi, Esed yanlısı tavırlarla dış politikasındaki savrulma da Türkiyelilik vasfını aşındırıyor. CHP marjinal bir anlayışa, hırçın bir üsluba, provokatif bir dile kayıyor.
CHP ikinci olarak sistemi paralize edip, işlemez kılmaya çalışıyor.
Bu sistemi felç etme arayışının sonucu olarak da demokrasi ve hukuku anlamsızlaştırıp başka yollara kapı açmayı hedefliyor.
Düşünün: Suriye rejimi askerlerimizi şehit etmiş, CHP Genel Başkanı çıkıp Esed rejimini kınayacağına, lanetleyeceğine, eleştireceğine kendi yönetimini yerden yere vuruyor.
Kılıçdaroğlu askerlerimizi şehit eden Esed ordusunu hedef alacağına, Türk ordusunu ve komuta kademesini yerden yere vuruyor.
CHP’li sözcüler, Esed’in sözcüsüymüş gibi Erdoğan’ı hakaret bombardımanına tutuyorlar.
Böyle bir günde, böyle alçakça bir saldırı sonrasında dahi Esed’e tek kelime laf söyleyemeyen bir siyasetçi milli bir siyasetçi olarak görülebilir mi?
CHP’nin hakareti bir yöntem ve saldırı aracı olarak kullanması, kurumları değersizleştirmeye yöneliktir. Cumhurbaşkanımıza alenen hakaret edilmesi, Hâkimler Savcılar Kurulu’na hakaretler yağdırılması, TSK komuta kademesinin ağır şekilde eleştirilmesi sistematik bir saldırı ve değersizleştime çabasıdır.
Bunun adı SİSTEMİ PARALİZE/FELÇ ETME politikasıdır. Askeri mücadelede kullanılan elektronik sinyal karıştırıcının düşman hedeflerini felç edip, tepki veremez hale getirmesi gibi, CHP sözcülerinin bu hamleleri de Türk devletini ve siyaset kurumunu etkisiz hale getirme arayışıdır.
Sistemi paralize etme çabası ise demokrasi ve hukuku devre dışı bırakıp başka yollara kapı açma hevesinin bir yansımasıdır.
Bir süredir CHP’nin eski Türkiye’nin ulusalcı vesayet odaklarıyla, FETÖ’cü darbecilerin etkisi altında gündemi bulandırmaya, puslu hava oluşturmaya çalıştığını görüyoruz.
Kılıçdaroğlu grup konuşmasında doğrudan Genel Kurmay Başkanını hedef alan şöyle sözler sarf etti: “Nerede bu ülkenin Genelkurmay Başkanı?” “Anayasa'nın 117’nci maddesinin son fıkrası: ‘Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir’ diyor. Nerede Genelkurmay Başkanı? Bu OHAL kararnameleri ile sivil darbe ile neler yaptılar Genelkurmay Başkanına?”
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında asıl ‘KARIŞTIRICI’ cümle ise TSK içine yönelik olan şu sözlerdi: “Orduda bir hiyerarşi vardır arkadaşlar; en üst komutandan en alttaki ere kadar ve orduda asla ve asla emir tartışılmaz. Ast tarafından emir tartışılmaz, yerine getirilir. Mete Han'dan bu yana, Mete Han'dan bu yana Türk ordusunun emir ve komuta zinciri bozulmamıştır. İlk kez 20 Temmuz sivil darbesinden sonra ordunun emir ve komuta zinciri yoktur arkadaşlar. Genelkurmay başkanının hiçbir yetkisi yoktur. Hiçbir kuvvet komutanı genelkurmay başkanına bağlı değildir.”
Sahada Mehmetçik canı pahasına mücadele ederken, orduda emir-komuta zincirinin kalmadığını söylemek, Mehmetçiğin komutanlarını tezyif etmek nasıl bir sorumsuzluktur?
Emir komuta zincirinin bozulduğunu söylemek kimlere davetiye çıkarmaktır?
Kılıçdaroğlu arkasından de ekliyor: “Vay, Kılıçdaroğlu yine orduyu böldü, yine yanlış söyledi, diyecekler. Yanlış değil arkadaşlar.”
Bu sözlerden de anlaşılıyor ki, CHP lideri ne yaptığını gayet iyi biliyor ve kasten yapıyor.
Askerlerimizi vuran Esed’le görüşmeyi savunan Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri ise kendi politik duruşunun çelişkisini ortaya koyuyor: “Benim askerimi vuran kim olursa olsun benim düşmanımdır. Ben niye onların ayağına gideyim?”
Peki, askerimizi vuran Esed rejimini düşman olarak görmek gerekmiyor mu ve niçin onunla görüşmeyi savunuyorlar?
Askeri operasyonlara karşı çıkıp diplomasi yapın derken, Erdoğan’ın diplomatik temaslarını hakaretlerle eleştirmek, diplomasiyi kilitlemek değil midir?
CHP, diplomasiyi de, askeri operasyonları da, sistemi de, demokrasi ve hukuku da felç etmeye çalışıyor.