İlkokul dördüncü sınıftan beşinci sınıfa geçtiğim seneydi. Her yaz olduğu gibi yine okul tatili için köydeydik. Köyde en sevdiğim şey, nenemle beraber akraba ziyaretlerine gitmekti. Köy yerlerinde çocukların sorumluluğu evin yaşlılarındadır. Nenem Potomya'ya kızına giderken beni de götürmek isterdi, "Bana arkadaş olsun" derdi. Benim için camiden kaytarmak anlamı da taşırdı bu yatılı akraba ziyaretleri ama Potomya'ya gitmeyi de çok severdim. Evin kızlarıyla uzak kuzenlerdik. Onlar benden epey büyüktü. Birlikte oyun oynayamasak da onların meşgalelerini izler, işleri bitip elişi dokumaya başladıklarında muhabbetlerini keyifle dinlerdim. Benim elime de basit örnekli bir el işi kurup verirlerdi. Bu da çok hoşuma giderdi.
Yine böyle bir akşam, evin 'hayat' denilen oturma odasında kadınlar toplanmış oturuyor. Nenem, kızı, torunlarıyla sohbette. Komşu bir kaç teyze de var. Her birini ismi ile andıkları inekleri konuşuyorlar uzun uzun. Çayın bu sürüm iyi mahsul vermediğinden, yahut filancanın kızı falancanın oğluna kaçmış gibi muhabbetler işte...
Sohbetin içinden zayıf bir kapı tıklama sesi geldi. Evin büyük kızı kapıya yöneldi, birazdan bir adamla birlikte taşlıkta belirdiler. Herkes tanıyor gibiydi adamı, belli ki köyden biriydi ama kimse gelmesinden memnun kalmamıştı. Adam "Destur varsa geleceğim ama önce bir elimi yıkayayım" dedi. Döndüğünde elinde havluyla bekleyen kızı belinden kaptığı gibi dışarıya çıktı. Bundan sonrasını hayal meyal hatırlıyorum. Herkes bağrışmaya başladı. Evde hiç erkek yoktu, kadınlar çaresiz kaldılar. Yaşanan şey düpedüz "evinden kız kaçırma" hadisesiydi. Kızı evin yanındaki çay bahçesinden sürükleyerek dereye kadar indirmişler, oradan da karga tulumba bir arabaya bindirip kaçırmışlar.
Olayın bende yarattığı travmayı tarif etmem mümkün değil.
Aslında çok fazla kız kaçırma hikayesi dinlemiştim... Ama her biri o günün koşullarında normal mutlu evliliklere dönüşmüştü. Gülerek anlatılan hikayelerdi. Hatta kız kaçırma olayları genellikle eğratlık (ırgatlık) denilen imece işler sırasında yaşanıyordu.
Dinlediğim yaşanmış hikayeler gibi değildi bu. Korkudan o kadar çok ağlamış ve bağırmışım ki tatil bitip okul zamanı geldiğinde hala sesime kavuşamamıştım.
Olayın yankıları uzun süre devam etti. Benim bir tek sorum vardı; "O abla evine geri döndü mü? "
O abla evine geri dönmedi. Kendi evini kurdu. Anne-babası razı olmadığı halde o kaçırıldığı kişiyi tercih etti. Araya torunlar falan girince katı tutumlar yumuşadı.
Belki de o akşam yaşananlar kimseyi benim kadar derinden etkilemedi.
***
CHP'nin "AK Parti tecavüzcüsüyle evlendirilmeyi yasalaştırıyor" diyerek çarpıttığı yasa maddesini görünce çocukken tanık olduğum bu hadise geldi aklıma. Tasvip edilmesi mümkün değil ancak yasanın hazırlanmasının gerekçesi, içinde CHP'lilerin de olduğu "Aile Bütünlüğünün Korunması Araştırma Komisyonu”na gelen benzeri olaylar dolayısıyla mağdur olmuş kişilerin başvuruları.
18 yaşından küçük kızla evlendiği için hakkında açılmış kamu davasından ceza almış çok sayıda kişi var. Aile bütünlüğü bozulduğu için eşleri ve çocukları mağdur olmuş. CHP de bu mağduriyetin giderilmesi gerektiğini biliyor. Komisyondaki CHP'liler çok daha iyi biliyor. Yasanın tecavüzle, ya da tecavüzcüsüyle evlendirmekle zaten ilgisi yok. Tecavüz ve kadına-çocuğa şiddet suçlarıyla ilgili cezaların Ak Parti döneminde ağırlaştırıldığı da malum.
Ancak muhafazakar kesimi "cinsi sapık" olarak lanse etmek ve İslam'a dil uzatmak maalesef tipik CHP refleksi. Değişmedi, değişmeyecek.
Yasa metninde geçen "cinsel istismar suçu" ifadesi başlı başına bir sorun fakat. Çünkü 18 yaşından erken evlilik her ne şekilde olursa olsun "cinsel istismar" olarak görülüyor. Sorun da buradan kaynaklanıyor.
Yasa maddesindeki "Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın" ifadesi tecavüz suçlarını kati suretle kapsam dışına itiyor. Ancak madde "16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda..." diye devam ediyor ve buradaki "cinsel istismar suçu" ifadesi kafa karıştırıyor.