Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm asırlar öncesinden ahvalimizi haber veriyor: “Yemek yiyenlerin sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır.
Ashabdan biri, “Ey Allah’ın Resûlü! O gün (sayıca) az olacağımızdan mı (aleyhimizde birleşecekler)" diye sordu.
Resûlullah, “Hayır, bilakis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çerçöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden size karşı duyduğu “mehâbeti” (korkuyu) çekip alacak ve kalbinize “vehn” atacak (bu sebeple düşmanınız sizden çekinmeyecek ve korkmayacak)tır” buyurdu.
Ashabtan biri, “Ey Allah’ın Resûlü! 'vehn' nedir” diye sordu.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “dünya sevgisi ve ölüm korkusu” diye cevap verdi.
***
Peygamber Efendimiz’in torunlarından, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in mürşidi Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, kalbimizdeki vehn sebebiyle şehitlik nimetinden kaçmanın bizleri münafıklığa götüreceği ikâzını yapıyor: “Dini işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlukları sarar. Bunlardan biri de cihad ve gazada gevşeklik ve tembelliktir. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alameti olmaya kadar gider. O da şehitlik nimetinden kaçınmak… Şehitlik, İslâm’ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin fert, bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resûl ve nebilerin birçoğu, sahabiler ekserisi ve Peygamber evladının hepsi şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir.”
***
Esseyid Abdülhakîm Hazretleri’nin “şehidlik nimeti” tâbiri dikkatinizi çekti mi? Bizlere ne kadar da uzak bir nimet! Günümüzde “nimet” dendiğinde aklımıza gelenlerle, mevzunun künhüne vâkıf olanların nimet tanımı ne kadar farklı değil mi! Nimet olarak gördüğümüz ve elde etmek için hayatımızı harcadığımız ev, araba, para, makam vs. hakikatte nimet mi yoksa külfet mi? Bu sualin cevabını, emaneti teslim etmeden doğru verebilirsek ve hayatımızı bu doğru cevaba göre tanzim edebilirsek ne âlâ, yoksa “hesap günü” bizler için çok çetin geçecek!
***
Yazımın başına aldığım (İmkân olsa sürekli tutmak istediğim) hadîs-i şerifte anlatılanı hakka’lyakîn yaşıyoruz. Hem de, isimlerinin başında ‘Prof’’ unvanı bulunan cahil cühelanın hadîs-i şerîfler üzerinden kendilerini pazarlamalarına mahal bırakmayacak bedahette…
“Niye bu hâldeyiz?”
“Ümmet nasıl kurtulacak?”
Mezkûr sorulara cevap bulmak için cildler dolusu kitaplar yazılmış, zihinler karıştıkça karışmış... Oysaki cevap çok basit: Allah ve Resûlü’nün sevgisini kalbimizden çıkardık, dünya sevgisini yerleştirdik. Vefasız sevgiliden ayrılmamak için de her zillete, her rezilliğe razı olduk! Kuvvet ve kudretin yegane sahibi Allah da üzerimizden heybeti, yüreğimizden cesareti aldı ve bizleri kâfirin elinde maskara etti!
Yoksa imkân mı vardı Yahudî topraklarımızı işgal edip devlet kuracak ve bizler de bu devleti tanıyacağız!.. Öylesine zillet içerisindeyiz ki, işgalci ilk kıblemizde ibadet etmemizi engelliyor ve kapısına XRay cihazı koyma cüretinde bulunabiliyor.
Çeçenistan, Irak, Afganistan, Suriye, Arakan… Ümmet toprakları işgal altında, ölülerimiz istatistik bir veriden başka bir anlam taşımıyor!
Sadece Müslümanlar için değil tüm dünya mazlumlarına geçmişte olduğu üzere tekrar umut olmak için kalblerimizi temizlemenin zamanı. Üstad’ın ifâdesiyle, “kaybettiğimiz aşk ve vecdi”n derdine düşmenin zamanı.
Türlü melânetin altında tutsak olan dünyayı kurtaracak, Allah ve Resûlü aşkıyla yanan Alperenler yetiştirme zamanı. Cihad ve şehidlik şuuruyla yetişecek yeni nesiller, Allah rızası uğrunda matematiğe de el atar mazluma da; tıpkı geçmişte olduğu gibi!..