Son sözü baştan söyleyeyim de, başlığa bakıp saydıracaklar belki beyin tembelliklerini bırakıp en azından iki paragraf okur, bir faydamız olur: Bu, “homofobik” bir yazı değildir. İnsanların yaşam tercihlerine karışmak aklımın ucundan bile geçmez, ne isterlerse onu yaşarlar, ayrıca çok saygı duyduğum, entelektüel birikiminden çok faydalandığım bir hayli eşcinsel dostum da vardır.
Geçelim… Konu, insanların tercihi değil, tercihlerin emperyalizm tarafından nasıl kullanıldığıyla ilgilidir…
Çöken bir dünyada, aman, dikkat!
Kapitalizm ölüyor.
Dünyanın toplam servetinin yüzde 55’ini nüfusun yüzde 1’ine teslim etmiş, önümüzdeki 30 yıl içinde zengini daha zengin, fakiri de öldürerek yaşamaya çalışacak bir sistem ne olabilir ki?
Kapitalizm ölürken, her şeyi beraberinde öldürüyor…
Doğanın katliamında artık geriye dönülmez noktadayız. Sistemin “kar hırsı” ormanları yok etmeyi, denizleri, gölleri ve nehirleri plastiklerle doldurmayı sürdürüyor, zaten ince bir atmosferde yaşıyoruz, ürettiğimiz gazlarla bu gezegenin insan eliyle yaşanmış felaketine adım adım ilerliyoruz. Saldırgan emperyalizm, ırkçılığı, din gerginliklerini ve etnik temizlik hazırlıklarını tetikliyor. The Beatles kuşağının “barışçı din” gördüğü Budizm’in rahipleri Arakan’da Müslüman katlediyor, daha ne anlatalım…
Kapitalizm karşısında hiçbir örgütlü yapı istemiyor.
Merkez Bankaları’nı Bitcoin’le, ulusal egemenlikleri milletleri borçlandırarak finans emperyalizmi üzerinden yok ediyor.
Kiliseler, camiler, havralar… Hepsi hedefinde…
Derdi ne?
30 yıl içinde dünya servetinin yüzde 65’ine sahip olması beklenen yüzde 1’i korumak, geri kalanını da ya köle olarak kullanmak, ya da önemli bir bölümünü öldürmek!..
Marksist Rosa Luxemburg 20’nci yüzyıl başında şöyle demişti: Kapitalizm bir yol ayrımına gelecek, ya sosyalizm ya da barbarlık…
Ölürken “barbarlık cephesini” açtığı bir gerçektir…
Aileyi korumak durumundayız…
Kapitalizm, yalnız İslam’dan değil, Moskova veya Fener Patrikhanesi’nden, Vatikan’dan da hoşlanmıyor. Bizi zorladığı “çağdaşlık”(!) zemini dinin aşağılanmasıdır. Emperyalizm, “semavi dinlerin paganlaştırılmamış” tüm kurum ve temsilcilerini hedefine oturtmakta kararlı. FETÖ gibileri tercih ediyor, çünkü, her dinden kendini –haşa- yeni peygamber veya mesih ilan eden işine geliyor…
…Ve tabii ki aile…
Dağıtılması, insanların sistem karşısında yalnız bırakılması, “kaybedenler kulübünün” mümkünse ürememesi gerekiyor…
LGBT, bu nedenle, bir gey-lezbiyen haklarını koruma hareketi kimliğini geride bıraktı, doğrudan “üçüncü tercihin” propaganda aracı haline getirilmiş durumda. Eşcinsellerin İran gibi ülkelerde idam edilmesine tabii ki karşı çıkacağız, kendi yaşam tercihlerini yaşamalarının hukuki zeminini de güçlendireceğiz…
Her türlü ötekileştirici sisteme “geçit yok” (no pasaran) dememiz esastır.
Ama farklı tercihlerin gençliğe “özgürlük ve çağdaşlık” zemini olarak aktarılmasına izin veremeyiz, esas olan ailenin güçlendirilmesi, sosyal dokunun kapitalizmin kültür saldırısına karşı korunmasıdır.
Dini aşağılamak… LGBT üzerinden liberallik/demokratlık taslamak…
Çağdaşlık değildir…
En iyisi tam bu noktada sözü Mustafa Kemal’e bırakalım: Bir milletin, felaket içinde kalması, izmihlal (çökme)tehlikesine maruz kalınması, mutlaka içtimai, ahlaki bir maraza (hastalığa)müptela olması neticesidir. Vatanın atisini (geleceğini)milletin haysiyet ve namusunu muhafaza etmek umde-i esasiye (temel düşünce)olmalıdır.
ENVEROVİÇ ÇETİN’İN SESSİZ BAŞARISI- “Uçak meselesi” sonrası, yaklaşık 1 milyon Rus polise Türkiye tatili yasaklanmıştı. Moskova’daki önemli görevleri nedeniyle Talat Enveroviç Çetin Türk-Rus İçişleri Bakanlıkları arasında güçlü bir köprü kurdu, bu yasak kalktı. Yaklaşık 1 milyar Dolar’lık ek turizm geliri demek bu, teşekkürü hak ediyor.