İsmail Büyükçelebi, Abdullah Aymaz ve Harun Tokak, F. Gülen’e üniversite yıllarından beri çok yakın ekipten oldukları gibi ortak özellikleri; “Hizmet” olarak bilindiği yıllarda cemaat tabanının sevdiği, saydığı ve güvendiği üç isimdir. Mesela Mustafa Yeşil, Ahmet Kara, bilhassa Mustafa Özcan, tabanın çoğunun tanımadığı, tanıyanların güvenmediği, sevmediği isimlerdir.
Mustafa Özcan ise kendisinden nefret edilen, merhametsiz, komplocu olarak bilinen isimdir. İlginç olan, bu isimlerin arasında Fetullah Gülen’e en yakın olan, cemaat içi her çekişmede daima kazanan isim Mustafa Özcan’dır. M. Özcan, F. Gülen’in kara kutusu ve örtülü ödeneğini kullanan kasasıdır.
“Gülen Cemaati”nin karşımıza FETÖ terör örgütü olarak çıkmasından sonra yukarıdaki üç ismin psikolojisini, ruh dünyasını, yapmışlarsa iç hesaplaşmalarını çok merak etmişimdir. Sebebi de şu:
Benim bu üç ismi yakından tanıma fırsatım oldu. 1995’te Zaman’a genel müdür olduğumda İsmail Büyükçelebi murahhas aza, Abdullah Aymaz da genel yayın yönetmeniydi. Büyükçelebi ile pek teşriki mesaimiz olmadı. A. Aymaz ile beş yıl boyunca gazetede birlikte çalıştık.
Harun Tokak ile de Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda 5 yıl birlikteydik. Ben vakfın mütevelli heyet başkanı, o da yönetim kurulu başkanıydı. Yöneticilik görevlerimiz bittikten sonra da Tokak ile bağımız kopmadı. Ta ki, 25 Aralık siyasi darbesine kadar.
Bu üç ismin de bende bıraktığı intiba şuydu: Bunlar F. Gülen’e çok bağlı olsalar da kendileri olabilen, vicdanlarını konuşturabilen insanlardı. Bünyedeki haksızlıklara tavır koyabiliyor, itici değil, kucaklayıcı olabiliyorlardı.
Kanaatim şuydu; 17/25 Aralık’tan sonra, yerel seçimlerde CHP’nin desteklenmesinden sonra, 7 Haziran’da HDP’nin barajı aşmasında destek olunmasından sonra bu üç isim bir iç hesaplaşma yaşamış olmalıydı. Bir sorgulama içine girmiş olmalıydılar.
Hadi F. Gülen’e tam biat ettikleri için, onun her kararında keramet aradıkları için bunu yapamadılar, ama 15 Temmuz darbe girişimindeki ihaneti, masum insanlarımızın tanklarla ezilmesini, helikopterden kurşunlanmasını, polis özel harekât daire başkanlığının F-16 savaş uçağı ile bombalanmasını gördükten sonra bunların artık bir karar vermeleri gerekirdi.
ABD’nin, Avrupa’nın FETÖ’ye desteğini, bu yapıyı nasıl kullandığını gördükten sonra artık tereddüt etmemeleri gerekirdi.
Akıllarını kullanarak, vicdanlarını devreye sokarak mümince bir duruş sergilemeleri, milletin safına geçmeleri gerekirdi.
Bugüne kadar böyle bir karar vermediler. Türkiye’de millet çoğunluğunun F. Gülen’den, hala onun yanında duranlardan, FETÖ’den nasıl nefret ettiğini herhalde yakınlarından biliyorlardır. Dünyalarını berbat ettikleri gibi hesap günü için de büyük risk aldılar.
Bunun tek bir sebebi olabilir. F. Gülen’in hala Müslümanların kurtarıcısı olduğuna, beklenen salih zat olduğuna, Peygamberimizle istişare ettiğine, onun için sorgulanamayacağına inanıyorlardır.
Bir an akıllarından “ya beklenen salih zat değilse” düşüncesi geçse, bu defa da bütün ömürlerinin boşa geçtiği gözlerinin önüne gelecek, bir boşluğa düşecekler. Bunu da kabullenemiyor, kendilerine yediremiyorlar.
Hâlbuki hala bir fırsatları var. Gülen yüzünden Türkiye’de binlerce insan cezaevlerinde, aileleri perişan. F. Gülen inat ediyor, bu insanları kullanmaya devam ediyor, acılarına kulak tıkıyor.
Ama bu üç isim perişanlığın büyük çapta azalması için ihanet şebekesini terk ederek milletin safına geçebilir. Büyünün bozulmasına yardımcı olabilir.
Kendilerine bir daha sorsunlar: Fetullah Gülen ya kurtarıcı değilse…