Altı günlük yorucu ve yoğun bir seyahatin son durağı olan Venezuela’dan Türkiye’ye dönerken uçakta yazıyorum yazıyı. Gelişmiş ekonomileri etkileyen 2008 küresel finans krizinden bu yana her yıl ekonomik gündemli yapılan G20’nin bu yılki toplantısı Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te gerçekleşti. Zirvenin öne çıkan haberlerini, liderlerin temaslarını, Türkiye’nin dile getirdiği başlıkları tekrar etmeye gerek yok. Merkel’in uçağının arızalanması ve Buenos Aires’e tarifeli seferle uçmasından Kaşıkçı cinayetinin emrini onun verdiğini herkesin bildiği ama kimsenin açıktan söylemediği Prens Selman’ın Putin’le el çakmasına kadar haber olmadık, konuşulmadık şey kalmadı. Cinayetten sonra Veliaht Selman ilk kez çok liderli bir toplantıya katıldı ve herkesin G20 ile ilgili en çok merak ettiği konu da Kaşıkçı cinayetinin gündeme gelip gelmeyeceğiydi. Türkiye, Kanada ve İngiltere dışında konuyu zirve gündemine taşıyan olmadı. Türkiye’nin sorduğu, “Cinayetin nasıl ve kimler tarafından işlendiği ortadayken cesedin nerede olduğu ve yerel işbirlikçinin kim olduğu” sorusu hala cevapsız. Suudi yetkililerin bu sorunun cevabını bilmemesi imkansız. Selman için buradan “güvenli bir kaçış” yok.
***
Anlaşılan o ki zirvede sorunlu siyasal başlıklardan özenle kaçınılmış. Oysa ekonomiyi hele de bugün bir kez daha siyasetten bağımsız ele almak imkansız. Zira küresel ekonomik ilişkilerin ulusal sınırları aşındıracağı ve dünyayı daha savaşsız bir yer haline getireceği tezinin çöktüğü günleri idrak ediyoruz. Enerji yollarının istikrarsızlaştırılması, mülteci sorunu, terör örgütlerinin devletler tarafından savaş enstrümanı olarak kullanılması vs... Bu sorunlara herkesin elini taşın altına koyacağı bir şekilde çözüm aramazsak ekonomik sorunları da stabil hale getirmek mümkün olmayacak belli ki.
Bu yılki G20’de ise Türkiye’nin ittirmesiyle göç konusu gündeme alındı, o kadar. Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında, mevcut siyasi tercihlerin, yükselen sorun alanlarının ekonomiye olumsuz etkisini ve bunun dönüp dolaşıp küresel siyaseti daha da çıkmaza sokma tehlikesini gündeme getiren olmadı.
***
Büyük ekonomilerin ABD dışındaki tamamı, serbest ticaretin kolaylaştırılmasından yana iken bir zamanlar siyasal ve ekonomik liberalizmin merkezi sayılan ABD’nin izolasyonist siyasal ve ekonomik bir eğilim sergilemesi giderek tüm uluslararası birlikleri yeniden düzenleme ihtiyacı doğuruyor. Kısacası “Yeni dünya düzeni” dediğimiz 2. Dünya Savaşı sonrası ABD hegemonyası üzerine kurulan sistem değişiyor. “Yeni dünya düzeni”nin daha yeni sürümü kurulurken ABD, kartlarını eski müttefiklerini karşısına alarak dağıtıyor.
NATO, BM, G20 gibi küresel ittifak ve çatı örgütlerinin, dünyanın yaşadığı sorunlar karşısındaki çözümsüzlüğü besleyici tutumları da bu süreçten bağımsız değil.
***
G20 Zirvesi’nden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Paraguay ve Venezuela’ya geçti. Biz de bu vesileyle Maduro’nun ülkesini görme imkanı bulduk. Ve tabii dünyanın en büyük petrol üreticileri arasında olan bu ülkenin ABD ambargosu dolayısıyla ne halde olduğunu da.
Sosyalizmin etkisiyle “yoksullukta eşitlenmiş” bir halk var. Ülkenin başkenti Caracas’ın bile çehresini devasa gecekondu mahalleleri oluşturuyor. Yöneticilerin ABD’ye kafa tutmaları çok bir şey ifade etmiyor maalesef. Maduro’nun 15 Temmuz gecesi Türkiye’nin verdiği mücadeleye hayranlığı boşuna değil. Fakat sosyalizmin Latin Amerika’daki kaleleri bir bir düşerken bunda sebep sadece ABD’nin yıldırıcı ambargoları ve Brezilya, Şili, Venezuela gibi ülkelerde CIA eliyle kalkıştığı darbeler de değil. Sosyalizm toplumu yormuş, hantallaştırmış hatta tembelleştirmiş. Caracas’taki mihmandarımız burada ticaret yapan genç bir Türk’tü. Üniversiteyi bitirir bitirmez “Sosyalizmin anavatanı buralar” diyerek Venezuela’ya gelmiş. Ama gördüm ki diyor “Sosyalizm bunları tembelleştirmiş. Oysa burası çalışkan insanlar için fırsatlar diyarı.”