Bilmem kaç yaşındaki çocuk, eğitim hedeflerini sıralarken, “Filanca üniversiteyi kazanıp buralardan gitmek, Alman vatandaşı olmak istiyorum” demiş...
“Yurtsevermiş gibi” yapanlar, bu meseleyi tartışıyor.
Daha doğrusu, “beyin göçü”nün siyasal bir araz olduğuna bizleri inandırmaya çalışıyorlar.
Rahmetli Attila İlhan, biraz ağır konuşurdu, “İpini koparan gidiyor” derdi.
Bunu da, sadece siyasal bir arazla değil, eğitim sistemimize çakılmış “yabancı dille eğitim” uygulamasıyla açıklardı.
Geçenlerde, bir ses sanatçısı meseleyi gündeme getirir gibi oldu.
Kıraç’tan bahsediyorum.
Lafı anında ağzına tıkadılar.
Fetullah kapatması bir liberalle, utanmadan solcuymuş gibi yapan bir Cumhuriyet gazetesi yazarı, yabancı dille eğitimin zararlarına değinen (çünkü öğretim, sadece “yabancı kültür” üzerinden sağlanıyor) Kıraç’a “Hıyar” diye çemkirdiler.
Ne sakıncası var, diyeceksiniz?
Çocuklarımız dersleri “yabancı dil” üzerinden öğrense bunun ne sakıncası var?
Çok sakıncası var.
Yabancı dille eğitim, rahmetli Oktay Sinanoğlu'nun da sıklıkla altını çizdiği gibi, sömürge ülkelerinde görülen bir alışkanlık.
Üstelik Türkiye dışında “geleneği” olan hiçbir ülke bu “ayıp”ta (Sinanoğlu “ihanet” diyor) ısrar etmiyor.
Düşünebiliyor musunuz, Fransa’da eğitimin “İngilizce” üzerinden verildiğini...
Yahut Büyük Britanya ve uzantılarında (aynı dili konuşan ülkelerde), eğitim dilinin “Fransızca” olduğunu...
Düşünemezsiniz...
Meseleyi ciddiyetle ele alan, enine boyuna tartışan siyasetçilerden biri, Hasan Celal Güzel'di.
Hatta Millî Eğitim Bakanlığı döneminde, bir dergiye (yanlış hatırlamıyorsam Hürriyet grubunun çıkardığı “Tempo” dergisine), yabancı dille eğitime karşı olduğunu açıklamıştı da, yer yerinden oynamıştı.
Bu demeç, ihtimal ki, bakanlığına da mal oldu Güzel'in.
Attila İlhan'a göre ise, yabancı dille eğitim Tanzimat'la başlayan “yabancılaştırma/sömürgeleştirme” politikalarının bir devamı olarak tasarlandı ve yürürlüğe kondu.
“Çünkü,” diyordu İlhan, “Anadolu Liseleri Anadolu'nun ruhunu siliyor. Cumhuriyet Maarifi, 'çağdaş uygarlık düzeyi' ile 'kültür emperyalizmi'ni karıştırınca, uçuruma ilk adımı atmış oldu. Bilinmez kaç öğrenci kuşağı 'milliyetçiliği' hamaset sanmıştır, çağdaşlığıysa 'tatlısu frenkliği.' Ecnebi değerleri aşıladığınız aydınları, feodal değerlerin cirit attığı Anadolu içlerinde elbette tutamayacaktık. İpini koparan gidiyor! Beyin göçünün gizemli emeli 'media'ların yabancılaştırıcı baskısından çok, öğretim sistemimizin kozmopolitliğinde gizlidir.”
(....)
“Bu yetmezmiş gibi yabancı dilde öğretim ayıbına düştük. İlkokuldan itibaren yabancı dil ortamında büyümüş çocuğun, tercihlerini ulusaldan yana yapacağına ancak ahmaklar inanır. Aksi halde, metropoller sömürgelerini 'adam etmek' için, onlara önce kendi maariflerini dayatır, kendi dilleriyle öğretime mecbur ederler miydi? Ankara, imparatorluğu çökertmek amacıyla zamanında 'düvel-i muazzama'nın 'mülkün' her yanında açtığı 'ecnebi dille öğretim yapan' okulları gönüllü olarak açınca, ilmeği boğazına kendi eliyle geçirmiş oldu."
İpini koparan gidiyor ama çocuğun kabahati yok.
Bütün kabahat şişman başöğretmende...
Çocuk yabancı dil ortamında eğitim görecek, Batılı anlamda iyi bir “birey” olarak yetişecek, gelgelelim, değer tercihlerini de “icap ettiğinde” (bunun örneğine sıkça rastlar olduk) yabancı kültür lehinde kullanacak.
Elbette en iyi ortamlarda, en iyi eğitimi alarak, üstelik "dil" sorununu çözmüş olarak yetişmeleri/yetiştirilmeleri gerekir. Bu onların hakkı...
Lakin Türk entelijansiyası, "yabancı dil eğitimi"yle, "yabancı dille eğitim"i, yani yabancı dil ortamını birbirine karıştırıyor.
Problem burada!