Birileri “İran’ın Gezi’si” nitelemesini uygun görmüş. Bunun, tabii, “meşrulaştırıcı” bir tarafı var...
Maksat hem Türkiye’deki Gezi vandallığını, hem de “hak hukuk” talebiyle ortaya çıkan ve kısa sürede rejimi hedef aldığı anlaşılan “dışarıdan güdümlü” darbeyi (yani İran rejimine yönelik darbeyi) meşrulaştırmak, toplum nezdinde “sevimli” hale getirmek...
Bizdeki “çevre hareketi” diye başlamıştı.
Kısa sürede hükümet darbesine dönüştü.
Bu o kadar böyleydi ki, darbenin “çevreci” ayağını oluşturan sivil (!) komite, devletle temas ettikten ve Başbakan vekiliyle görüştükten sonra, Türkiye’nin temel yatırımlarından vazgeçmesini talep etme cüretinde bile bulundu.
Üçüncü köprü yapılmayacaktı.
Üçüncü havalimanından vazgeçilecekti.
Enerji üretilmeyecekti... Enerji açığı, müstevliden ithalat yoluyla giderilecekti.
Kanal İstanbul projesi rafa kaldırılacaktı.
Bunlar da kifayet etmiyordu...
Hükümet “derhal” istifa edip gidecekti.
Birileri de “mesajı aldık” diyordu.
Bugün aldıkları mesajla “muğlak” diye dolaşıyorlar ortalıkta ve İran’daki kışkırtmayı “değişim rüzgârı” diye yorumlayanların masasında “muhalefet pozu” veriyorlar.
İran’daki mesele, “hak hukuk talebini” aşıyor elbette.
Bazı kalemlerin “telaşla” derlediği “yoksulluk ve işsizlik rakamları” vaziyeti kurtarmaya yetmiyor.
İran, “devrim”den sonra Batı ittifakının açık hedefi haline geldi...
Bunu, meseleyi “İran’daki yoksulluk ve işsizlik” diye koyan arkadaşlar da biliyor.
İran’ın hangi gailelerden geçtiğini, kimlerle savaşa mecbur bırakıldığını, petrol satışına nasıl engel olunduğunu, ABD bankalarında yatan İran varlığına kimlerin çöktüğünü, yönetimi devirmek için hangi rejim karşıtı odaklarla iş tutulduğunu...
Hepsini, her şeyi biliyorlar...
İran’da neyin planlandığını anlamak için İsrail’den gelen açıklamaları izleyelim.
Müttefikimiz (!) Amerika’nın acul bir gayretle yaptığı demokrasi çağrılarını izleyelim.
Hatta Suudi Arabistan’ı...
Hatta Birleşik Arap Emirlikleri’ni...
Bu merkezlerden yükselen sesler, İran’ın bir “beka sorunu”yla karşı karşıya bulunduğunu söylüyor.
Birleşik Arap Emirlikleri’ni yöneten zat, Soçi depremi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kudüs kararından sonra, Türkiye ve İran’ın denklem dışında tutulmasını, çünkü bu iki ülkenin İslam dünyasına liderlik edemeyeceğini söylemişti.
Sonra da, ümmet adına racon kesmekle suçladığı bu iki ülkenin istikrarsızlaştırılması için BAE olarak “kesenin ağzını açtıklarını” itiraf etmişti.
Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “beka sorunu”na vurgu yapan açıklamalarını “Bırakın bu masalları” diye istihfafla karşılayan arkadaşlar (yani içimizdeki “İrlandalılar”) İran’daki darbe provasını nasıl görüyor?
Nasıl olacak, “Reform talebi ve değişim rüzgârı” olarak görüyor...
Hak hukuk talebiyle başlayan gösteriler kısa sürede “rejim darbesi”ne dönüştü, valilikler ve garnizonlar işgal altında, bazı illerde kaşıt güçler çatışıyor, şimdiden yüzlerce ölü ve yaralı var ama içimizdeki İrlandalılar “Değişim rüzgârı” diye başlık atıyor.
İran’da otoriterleşme artmış... (Sanki İran’da otoriter bir rejim bulunduğunu bugün öğrenmişler gibi... “İşte İslam inkılâbı” diye rejime yalakalık yaptığınız zaman bunu neden aklınıza getirmediniz? İçimizdeki en “İrancı” sizlerdiniz.)
Muhalif sesler kısılıyormuş.
İlaveten iktidardakilerin tahammülsüzlüğü, artan baskılar, bir türlü önlenemeyen yolsuzluk, kapanmayan cari açık bu değişim icbar etmekteymiş...
Bir tür, “Ruhani sana söylüyorum, Erdoğan sen anla, Davutoğlu sen de hazır ol” gazeteciliği...
İran’daki kışkırtma, içimizdekilerin ahvaline de ayna tutuyormuş.
Sonunda bunu da gördük!