Mahalle ve ahlak değiştirdiği için Atatürkçü olan, Atatürkçülüğü ulaşılabilir bir mertebe sayan Aydın Doğan’ın sakallısını değil, biraz da gerçek Atatürkçüleri dinleyelim. (“Aydın Doğan’ın sakallısı” ifadesi Salih Tuna’ya aittir, cuk oturmuştur.)
Bu tartışma sıktı artık ama çare yok, pozisyonların netleşmesi açısından biraz daha katlanacağız.
Nilüfer Göle(Sıkı bir Atatürkçüdür, muhalifmiş gibi durması kafanızı karıştırmasın), Atatürkçülüğün, bizzat “Atatürkçüler” tarafından yozlaştırıldığından yakınıyordu.
Futbol maçlarında slogan atan, arabasının camına K. Atatürk çıkartması yapıştıran, “yargısız infaz mahalli”nde İstiklal Marşı okuyan yığınların ürettiği bir Atatürkçülük... (Eskiden İstiklal Marşı okunurdu; 28 Şubat’la birlikte “10. Yıl marşı” ve “İzmir Marşı”na dönüldü.)
Bir de panel panel dolaşıp popülaritesini yükselten yazar, gazeteci ve öğretim üyesi kardeşlerimizin ayakta tuttuğu bir türü var bunun: “Sektörel Atatürkçülük.”
Mustafa Kemal’in uygulamalarıyla çelişseler de, “Atatürkçülük” adına vazettikleri düşünceler, konjonktüre ve siyasî dalgalanmalara göre önemli kazanç kapıları açıyor bu arkadaşlara.
Popçu, bilim adamı ve heykeltıraş kesimi ha keza...
Kitapları satıyor.
Heykelleri kapışılıyor.
Kasetleri listeden inmiyor.
Ortak özellikleri, Erdoğan’dan ölümüne nefret etmeleri...
Biraz da “maske” olarak taşıyorlar Atatürkçülüğü. Aralarında bol miktarda Fetullahçı bulunuyor.
Fakat ben, rahmetli Attila İlhan’ın Atatürkçülüğünü daha sahici buluyorum. Bu kimliği hakkıyla taşımıştır. Neredeyse bütün bir hayatı, kendilerine “Atatürkçü” diyen sahtekârlarla mücadeleyle geçmiştir.
Biraz da onu dinleyelim. Bakalım Atatürkçülük onun penceresinden nasıl görünüyor!
Rahmetli, “Atatürkçülüğü” dönemlere ayırırdı.
İlki, “İnönü Atatürkçülüğü dönemi”dir ve en sahte uygulamalara sahne olmuştur.
Dinleyelim: “Millî Şef, otarşik, tekelci bir devlet kapitalizmi uyguluyor. Ekonomi dışa kapalı. Buna karşılık ‘çağdaşlaşmak’ artık sadece ‘batılılaşmak’ olarak anlaşılıyor. Gündemde Yunan/Latin tabanlı batı kültürü: Klasiklerin çevrilmesi, opera-bale vs... Yeni kültür politikası ise, Halkevleri ve Köy Enstitüleri eliyle yaygınlaştırılıyor. Dönemin ilericiliği, Tanzimat sonrasını andırır. Selçuklu/Osmanlı kültür sentezini, ‘ümmet’ dönemi tarihini toptan reddetmek, laikliği İslâm aleyhtarı olarak uygulamak gibi..."
Savaş ertesi (ikinci dönemde başka bir Atatürkçülük boy gösterecektir: “Soğuk Savaş Atatürkçülüğü.”
Dinleyelim: “Sovyetler Birliği’nin densizliği, ülkeyi NATO'yla bütünleştirecek, ortaya 'komünizm düşmanlığı'na ağırlık veren, yeni bir 'Soğuk Savaş Atatürkçülüğü' çıkacaktır. Bu da elbette, Küçük Amerika olmak hayaliyle, tekelci devlet kapitalizminden, kozmopolit (yabancı sermayeci)bir liberalliğe geçişi zorunlu kılacaktır. Yeni model, bir öncekinden farklı; onun adeta tersyüz edilmiş biçimi. Altyapıda ne kadar 'kozmopolit' ve 'liberal'se, üstyapıda da o kadar 'milliyetçi' ve 'muhafazakâr' görünüyor.”
Peki, 28 Şubat ve sonrasında görünen nedir?
Bunu da, naçizane, “üçüncü dönem” sayıyorum.
İnönü dönemini “sahici Atatürkçülük” sayanların oluşturmaya çalıştıkları “Batı bağımlısı” Irak Cumhuriyeti ya da Filipin demokrasisi modeli...
Bu Atatürkçülük, iki dönemden de izler taşıyordu.
Hem “Batıcı”, hem “kozmopolit”, hem “liberal”, hem “içe kapanmacı”, hem “dışa açılmacı”, hem “laik”, hem “muhafazakâr”, hem “demokrat”, hem “darbeci”, hem “seküler”, hem “Fetullahçı...”
Bütün bunları olabilen tuhaf bir Atatürkçülük...
Ki, CHP’nin de sahiplendiği bir Atatürkçülüktür ve Türkiye düşmanıdır.
Bu Atatürkçülüğün sponsorlarından biri de, bugün bünyesinde sakallı Kemalistler barındıran Aydın Doğan’dır; Kemalist darbeye aşerenlere, gazeteleri ve televizyonları eliyle az servis yapmamıştır!