Kalıpsız Mehmet Bekâroğlu esasında bana kızmıyormuş, çünkü görevimi yapıyormuşum. Görevim “tetikçilik”miş...
Şimdi de böyle şeyler yazıyor utanmaz adam.
Bir de, “yakamdan düşmüyor” diyerek “mağdur” pozisyonlarına bürünüyor.
Bu kalıpsız artık kabak tadı vermeye başladı ama madem ortaya serilen “kişiliğinden” rahatsız değil, devam edelim.
Benim Mehmet Bekaroğlu’yla ne alıp veremediğim olabilir ki?
Bilakis yakamdan düşmeyen, ortak tanıdıkların bulunduğu her platformda aleyhimde konuşan (Ne konuşması, “terbiyesizce” dedikodu yapan) kendisidir.
Bir yaptı, sesimi çıkarmadım.
İki yaptı, sesimi çıkarmadım.
Üç yaptı, sesimi çıkarmadım.
Benim için, bizler için (bir dönemki telakkilerim çerçevesinde konuşuyorum), “uzak” ve “saygın” bir dosttu. Sık sık görüşemesek de, yakın bir hukuk tesis edemesek de, o saygıyı hep muhafaza ettim. Ettik...
Ne zamana kadar?
Sosyal medya hesabından, ismimin geçtiği rezil ve terbiyesizce paylaşımlarda bulununcaya kadar...
Fi tarihinde, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabilmelerini sağlayan ve CHP’lilerin “gece yarısı yasası” dedikleri yasa tasarısı hakkında, Sabih Kanadoğlu’yla paralel düşen bir açıklama yapmıştı.
İki açıklama arasındaki yakınlığa dikkat çeken bir yazı yazdım.
Herhangi bir yorumda bulunmadım...
Ertesi gün Mehmet Bekaroğlu aradı, “durumun öyle olmadığını”, açıklamasının bir internet sitesi tarafından çarpıtılarak yayınlandığını söyledi.
Sonra da, yazımın sonuna bir not düşerek durumu düzeltip düzeltemeyeceğimi sordu.
Durum tam da ifade ettiği gibiydi oysa. Sözleri çarpıtılmamıştı, açıklaması “olduğu gibi” yayınlanmıştı.
Buna rağmen, düşünmeden, “Hay hay hocam” dedim, “Elbette düzeltirim. Sizin beyanınız esastır benim için...”
Bu arada hal hatır sorduk, karşılıklı iyi niyet temennisinde bulunduk, hatta şakalaştık ve telefonu kapattık.
Ertesi gün gönderdiği “düzeltmeyi” yayınladım.
İki gün sonra baktım, bazı internet sitelerinde, “Mehmet Bekaroğlu’ndan Ahmet Kekeç’e zehir zemberek sözler” diye bir haber...
Mehmet Efendi, sanki iki gün önce hal hatır soran, şakalaşan, dertleşen, iyi niyet dileklerini sunan kendisi değilmiş gibi, saydırdıkça saydırıyor.
Böyle de ikiyüzlü bir adamdır işte!
Telefon açıp da, “Oldu mu şimdi hocam?” bile demedim. Onu kendi haline bıraktım. Benden ırak olsun...
Ta ki, sosyal medya hesabından “dedikodu yayınına” başlayıncaya kadar...
Kaçtır bu köşede kendisini, söylediklerinin (ve paylaştıklarının) içini doldurmaya, bir gazeteye transferimde tespit ettiği şaibeyi açıklamaya çağırıyorum ama o hem kaçıyor, hem de pislik yapmaya devam ediyor.
Koskoca adam, yakasından düşmem karşılığında, bir de, artık eski dostlarımın hakkımda söylediklerini sosyal medya hesabından paylaşmama (yani “dedikodu yapmama”) sözü veriyor.
Bir de psikiyatri profesörü olacak! Kalıpsız adam!
Ben de diyorum ki, paylaş Mehmet Bekaroğlu, paylaş.
Elinden geleni ardına koyma.
Ne biliyorsan anlat.
Beni zor duruma düşür.
Rezil olayım ve insan içine çıkamaz hale geleyim.
Kamuoyu da bilsin, sen de rahatla!
Madem 15 Temmuz gecesi nerelerde eğleştiğini fotoğraflarıyla kanıtladın (!), (işine gelince çağrılara cevap veriyorsun), Yeni Şafak gazetesine girebilmek için neler yaptığımı da anlat!
Mehmet Bekaroğlu bunu yapmaz, centilmence kavgayı ve delikanlıca vuruşmayı bilmez. Çünkü insan değildir. Ettiği dedikodular yetmiyormuş gibi, bir de kendi meselesini başkalarının kuyruğuna takılarak (başkalarının kavgası üzerinden) halletmeye çalışır.
Mesela, bu satırların yazarıyla meselesini, pornografi tutkunu Ömer Laçiner’i sahiplenerek, onun hakkımdaki rezil beyanlarını paylaşarak halletme yoluna gitmişti. (İşbu Laçiner, Erdoğan’ın, demokrasi dışı yollarla da olsa, mutlaka indirilmesi gerektiğini söyleyen adamdır. Tencere-kapak...)
Madem içinde hicran oluşturdu, söyleyeyim:
Devam edeceğim tetikçiliğe Mehmet Bekaroğlu... Ya çıkıp insan gibi özür dileyeceksin, ya da bir gazeteye transferimde tespit ettiğin şaibeyi açıklayacaksın.
Kaldı ki, Kemal Kılıçdaroğlu gibi üçüncü sınıf bir adamın ve darbe özlemcisi Ömer Laçiner’in tetikçiliğinden yeğdir benimki.
Sen kendi “tetikçiliğine” yan!