Hatırlayalım, teröre destek verdiği tespit edilen belediyelere kayyım atanması OHAL kapsamında çıkartılan KHK’dan önce Meclis’in gündemine geldi, CHP ve HDP’nin itirazı sonucu Meclis gündeminden çıkartıldı. İyi de oldu, zira zaten terörle mücadele kapsamında ilan edilen OHAL sadece FETÖ’yü kapsamıyor. Türkiye şu anda hangi terör örgütleriyle mücadele ediyorsa hepsi OHAL kapsamında. Yani nasıl ki FETÖ’nün devlet kurumlarından temizlenmesi gerekiyor, aynı şey PKK için de geçerli. Nasıl ki FETÖ’nün finans kaynaklarının kurutulması gerekiyor
aynı şey PKK için de geçerli. Nasıl ki FETÖ’nün medya ve propaganda imkanları elinden alınıyor aynı şey PKK için de geçerli.
Çözüm süreci KCK yöneticilerinin “Ateşkes sona ermiştir” çağrılarıyla bitirildikten sonra en çok tartıştığımız mevzu, bunca silahın ve teröristin şehirlere nasıl sokulduğuydu. Belediyelerin iş makinelerinin terör örgütünün hizmetine sunulduğu gerçeği ile yüzleşmemiz epey zaman aldı. Hendek terörü başladığında resim biraz daha netleşti ve “Devlet nerede?” sorusu yüksek sesle sorulmaya başlandı. Terörün mağdur ettiği illerde halk, “Devlet bizi PKK’ya mı teslim etmek istiyor?” demeye başlamıştı. 15 Temmuz’dan sonra çok acı bir şekilde gördük ki FETÖ ve PKK hendek teröründe işbirliği içindeydi.
Türkiye’yi Suriyelileştirmek, iç savaşa sürüklemek ve mevcut kaos ortamından faydalanarak statü talep etmek...
Bunun uluslararası ayağı için de hazırlıklar yapılmıştı, siyasi destek alınmıştı.
Avrupa Parlamentosu’nda terörist başı ağırlamanın başka bir izahı olabilir mi? Bayram şekeri toplayan çocukların dahi canını alabilecek kadar canileşen PKK’nın terör örgütü listesinden çıkartılmak için AİHM’ye başvurabildiği bir dünya nasıl mümkün olabiliyor? Bir terör örgütüne özgürlük hareketi muamelesi yapılabiliyorsa ve sözde insan hakları kurumları da bu terör örgütünün avukatlığına soyunabiliyorsa Türkiye için terörle tam saha mücadeleden başka çıkar yol yoktur.
Türkiye için “güçlünün huyuna giderek siyaset üretmek” devri kapanmıştır. Güçlünün huyuna giderek yapılan şey de zaten siyaset değildir.
40 yıldır devam eden terörün giderek daha çok mevzi kazanması, şiddeti en çok tırmandırdığı anda en yüksek uluslararası desteğe ulaşması karşısında oturup düşünmek durumundayız.
***
Türkiye’yi tehdit eden iki terör örgütünü birden destekleyen ABD, terör destekçisi belediyelere kayyım atanması kararından endişeli. NATO’da müttefiki olan Türkiye’ye karşı PYD-PKK’yı silahlandıran, PKK’nın terör koridoru hayaline hamilik yapan ABD diyor bunu. FETÖ liderini vermemek için her türlü yalana başvuran, “15 Temmuz’un arkasındaki güç kim?” diye sorsanız Türkiye’deki herkesin adını söyleyeceği ABD diyor bunu.
Avrupa ülkelerinin en çapsız siyasetçilerinden oluşan Avrupa Birliği temsilcileri de kaygılarını bildirdi. Hem açıkça PKK’yı kayırıyorlar hem de bu hallerinin Türkiye tarafından açığa çıkarılmasından rahatsız oluyorlar.
Kayyım olayına HDP ve PKK’nın tepkisi ise tehdit etmek oldu. Aralarındaki bu ağız birliği bile kayyım kararında geç kalındığının ispatı...
Hangi belediye teröre destek olduysa, vatandaştan aldığı oyu, vergiyi teröre yatırıyorsa bunun hesabını verecek. “Halkın iradesine el konuldu” çığırtkanlarına gelince, bu daha iyi günleri.
Terör örgütüne yaslanıp her gün onlarca insanın ölmesine yardımcı olacaksınız sonra da siyasetçiyiz diye Meclis koridorlarında dolaşacaksınız.
Yok böyle bir dünya.
Kayyım uygulamasına gelince... İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Kürtçe tabelanın yerine konulması kararı yerinde ve çok hızlı oldu. PKK ile mücadelede çok önemli bir imkan heba edilmek istenmiyorsa bu tür olaylar asla tekrarlanmamalıdır.
Kürtçe Türkiye’nin dilidir. Konuşamayanlarımızın da dilidir.