Koronovirüs salgını ve doğuracağı siyasi dalga sadece iktidar algısını değil devlet algısını da derinden etkileyecektir. Sağlık alanındaki sorunun siyasi soruna dönüşmesi birçok ülke için kuvvetle muhtemeldir.
Salgının büyük zayiata ve krize sebep olduğu ülkelerden Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Teşkilatı gibi uluslararası yapılara kadar bu negatif etki hissedilecektir.
İnsanlar böyle durumlarda sadece hükümetlere duydukları güveni kaybetmiyorlar, devletlerine (sistemlerine) yönelik de bir sorgulama içine girebiliyorlar.
Zor zamanlar insanların korunma, yardım görme, sahip çıkılma, yaralarının sarılma ihtiyacını daha şiddetli şekilde ortaya çıkarır. Deprem gibi afetler de, salgın gibi durumlar da insanların devletin devlet olmasını beklediği anlardır.
Böyle zamanlarda en küçük sosyal birim olan aileler tam bir kenetlenme yaşarlar; herkes birbirine sahip çıkar, para hesabı olmaz, sen ben denilmez, tüm imkânlar bugün sorunu birlikte aşmak için kullanılır.
Bu sahiplenme aidiyetle ilgilidir. Aidiyet ise gönülden bağlılık, sevgidir.
Devletlerin ve siyasi iktidarların meşruiyetleri bu rıza ve gönülden bağlanmayla, kabul ve rıza ile oluşur.
Yaşlısını ölüme terk eden, gariban insanlarını unutan, hastasını yüksek maliyetler sebebiyle tedavi etmeyen bir iktidar halkın gözünden düştüğü gibi gerekli sosyal şemsiyeyi sağlayamayan sistemler ve devlet yapıları da halkın gönlünden düşerler.
Bu yüzden birçok ülkede siyasi tablo salgın sonrası değişime uğrayacağı gibi AB gibi siyasi birliklerin erozyona uğrayan meşruiyeti de tartışma konusu olacaktır.
Peki, Türkiye için nasıl bir tablodan bahsedebiliriz?
Türkiye halkın paniklediği, güven duygusunu kaybettiği, umudunu yitirdiği bir ülke değil.
Devlet ücretsiz maske dağıtıyor, ücretsiz test yapıyor, ücretsiz tedavi ediyor.
Yoğun bağım masraflarından sosyal yardımlara, ekonomik desteklerden mali teşviklere kadar her konuda devlet gerekenleri yapıyor.
Halkın neye ihtiyacı varsa hem zamanlıca tedarik ediliyor, hem milli imkânlarla üretiliyor.
En gelişmiş ülkelerde yoğun bakımlar ve solunum cihazları noktasında büyük sıkıntı yaşanırken Türkiye hızlı yatırımlarla sorunun ve ihtiyacın önünden gidiyor.
İlk andan itibaren hükümetin ‘ben bilirim’ dayatmasına gitmeden bilim insanlarıyla birlikte süreci götürmesi, araştırmacıların ve katkıda bulunmak isteyen herkesin önünü açması güven verici bir tavırdır.
Dünyanın neresinde bir vatandaşı varsa, ülkesine dönmek isteyen insan varsa onları bulup getirmek kolay bir operasyon değil. Zor zamanda vatan hasreti çeken insanı sevdiklerine kavuşturabilmek hafızalara kazınacak bir etki yapar.
Türkiye salgınla mücadelede önem taşıyan test, tarama, tanı, teşhis, tespit, tedavi, takip, tedarik gibi tüm noktalarda başarılı bir performans ortaya koyuyor.
Milli imkânların seferber edilmesi, yerli imkânların üretilmesi ve milli bir dayanışma ruhu oluşturulması devlete duyulan güveni artırıyor.
Devlet halka ne kadar sahip çıkarsa, halk da devlete o kadar sahip çıkar. Aidiyet duygusu bu güven ve karşılıklı bağlılıkla oluşur.
İşte böyle zor zamanlarda Türkiye devleti, iktidarı ve milletiyle gurur duyulacak bir performans sergiliyor.