Film yönetmeni Bergman’ın sözüymüş, “Bizi ancak utanç kurtaracaktır”.
Bergman’ı da, yazı başlığıma ilham olan sözünü de bilmiyordum. Yönetmen Derviş Zaim’le yapılmış mülâkattan öğrendim. Kafkaokur Dergisi (Eylül 2017 nüshası) adına Zaim’le mülâkat yapan Kerem Bozkurt, Derviş Zaim’in şu sözleri üzerine Bergman’ın mezkûr sözünü aktarıyor: “İnsanlık bir paradoksun içinde ve bu paradoks bizi nereye götürecek hiç bilemiyorum. Yani kaos teorilerindeki gibi belli bir yere gidip duvara çarpıp sonra tekrar her şeye sil baştan mı başlayacağız; bunu kestirmek zor. (…) Herkes güzel olmak istiyor, her şeyi yemek istiyor, en iyi yerlerde yaşamak, birçok şeyi tatmak istiyor. Bu durumda da kaçınılmaz olan kaos gittikçe yaklaşıyor. Belki de bize çok büyük bir utanç duygusu gerekiyor ki bu utanç duygusunu, büyük bir felâket olmadan çıkarma becerisini göstermemiz lâzım. Utanç için insanın büyük bir felâket yaşaması lâzım deniliyor ama o muhayyel duruma bel bağlanamayacağının elbette farkındayım. İrade gösterip her şeye rağmen bir şeyler yapmak, işi duvara çarpmadan ele almak, çözüm üretme çabasına girişmek gerekiyor.”
Zaim, çektiği filmlerle bu çaba içinde olduğunu, referanslar sistemini bu topraklardan almaya çalıştığını da söylüyor. Bunları da, “Türk sinemasının gelenek ve kültür merkezine alarak özgün bir sinema yaratma çabası ya da kendini var etme çabası oldukça cılız kalmıştır. Ana akımı tekrarlayan ve evrensel olamayan filmler ile Türk sinemasının maksatlı olmasa da nihilist bir anlayışı benimsediği söylenebilir…” diye başlayan soru üzerine anlatıyor.
Tevafukun güzelliğine bakın ki, aynı ay Cins Dergisi’nde, Cumhurbaşkanı Basın sözcüsü ve yazar İbrahim Kalın da benzer şeyleri söylüyor: “Bir şey aynı anda hem düzene, hem güzelliğe nasıl sahip oluyor ve bu, anlam ve özgürlük serüvenimizde nereye oturuyor? Bir başka ifâdeyle anlam ve özgürlük arayışımızı ortadan kaldırmadan güzel ve adil bir düzene nasıl sahip olabiliriz? Zira modernitenin önümüze koyduğu dikotomilerden biridir bu. Yani özgür olabilmek adına anlamdan vazgeçmek. Weberyan mânâda özgür olmak demek, her tür kısıtlamadan, sınırdan, bağlamdan uzak ve azade bir şekilde ve sadece benim arzu ve seçme hürriyetim çerçevesinde tercih yapmak demek. Bu özgürlük anlayışı modern dönemde büyük bir anlam krizine yol açmış ve nihilizmi güçlendirmiştir.”
Derviş Zaim de İbrahim Kalın da, ahlâk mevzusunda hiçbir değeri kabul etmeyen, aşırı bireycilik olarak adlandırılan nihilizme karşı kendi zaviyelerinden bir tavır geliştirmeye çalışıyor. Zaim, çektiği filmlerin referansını bu topraklarda ararken Kalın da, geleneğin içinde kalarak, ona dayanarak henüz söylenmemiş olanı bulup çıkarmanın gerekliliğinden bahsediyor.
Burada mevzu, “zıtlar arası muvazenenin üstün nizamı” olan İslâm’a ve onun tebliğcisi “Gaye insan ve ufuk Peygambere” geliyor. “Ben güzeli ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diye buyurun Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ruhaniyetine sığınıp, edebi başa alan İslâm’a muhatab bir anlayış, kaosun içinden bizi çekip alacaktır.
Hayatımızı O’nun ahlâkına ne kadar bitişik yaşarsak o kadar insanız, ne kadar uzak yaşarsak da…
Bugün yaşadığımız tüm sıkıntılarımızın başı O’nun ahlâkından uzak kalmakta. Nefsimizin peşinden koşmaktan mütevellit yorgunluklara, “Din yorgunluğu” adı altında saçma sapan bahaneler bulmak yerine, mollalıkla hovardalığı bir arada götürmenin beyhude çaba olduğunu idrak edip O’na bitişik bir hayat sürmenin derdine düşmeliyiz; daha büyük bir felâkete dûçâr kalmadan…