Bosna soykırımını unutmamak lazım.
Avrupa’ya ait bir coğrafyada yaşayan Boşnaklar, sırf Müslüman oldukları için Sırp ırkçıları tarafından acımasızca kırımdan geçirildiler.
Soykırıma uğratılan sadece bedenleri değildi.
Şehirleri, camileri, kültürleri, gelenekleri, kısaca onları farklı kılan tüm unsurları topyekûn yok edilmek istendi.
Bütün bir dünyanın gözü önünde yapıldı bu.
Avrupa, kendi bağrındaki bu soykırımı seyretmekle yetindi.
Keşke seyretmekle yetinselerdi... El altından destek verdiler... Henüz bir ordusu dahi olmayan, silahı ve çakısı bile olmayan Bosna Hersek Cumhuriyeti’ni sırf Aliya İzzetbegoviç’in şahsında temsil ettiği inanç ve ideallerden dolayı yerin altına gömmek istediler.
Sırp faşistleri ölüm kusan silahlarıyla bunu yaparken, Avrupa Bosna’ya ambargo uygulayarak onlara destek oluyordu.
Avrupa kendi değerlerini inkâr pahasına alenen göz yumma ve zımnen destekleme siyasetleriyle alnına tam bir utanç belgesi yapıştırıyordu.
Bosna Hersek’in barışçıl halkının üzerine faşist ölüm mangaları salındı... Şehirleri ve köyleri bombalandı... Çoluk çocuk, kadın ve yaşlı demeden siviller alçakça ve namertçe katledildiler. Kadınların ve kızların namusları payimal edildi.
ABD suskundu…
AB suskundu…
Sözde “barış” için araya girdiklerinde de Sırp ırkçıları/faşistleri ödüllendirecek bir taksim planını dayattılar. Bilge devlet adamı Aliya’yı sahada katiller güruhunun önüne atan uygar dünya (!) diplomasi masasında lime lime etti. O diplomasi masasında mazlumdan yana olmak yerine zalimden yana oldular.
***
Bugün İslâm coğrafyasında benzer siyasetlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Değişen bir şey yok. Onlar için akan Müslüman kanının hiçbir önemi yok. Tersine, o kanın akması gerekir.
Onlar için Müslüman kanının, ırkının ve mezhebinin hiçbir önemi yok. Yeter ki Müslümanlar kan kaybetsinler. Vampir gibidirler... Ya sahada kendileri kan içerler ya da kan içmek için sahaya sürdüklerine her türlü katkıyı sağlarlar.
Sonuçta çözüm için masa kurulduğunda işbirlikçilerini korumakta hiçbir tereddüt göstermezler.
Bosna’yı unutanlar, Afrin’i anlayamazlar. BM kararlarıyla ne yapılmak istendiğini de anlamakta güçlük çekerler. Bakmayın siz ideallerden bahsettiklerine. Demokrasi, özgürlük ve adalet diye haykırdıklarına. Gerçekte, seslendirdikleri bu idealler kutsalları değildir onların. Sadece kendi çıkarlarına dayalı hegemonyalarını oluşturmak için kullandıkları araçlardır.
Değeri biz temsil ediyoruz.
Kutsalı olan bizleriz.
Bir savaşta bile değerlerimize ve kutsallarımıza uygun hareket etmeyi baş tacı edenleriz biz.
Biz mabetleri yıkmayız.
Biz sivilleri katletmeyiz.
Biz eli silahlı düşmanımızla vuruşurken bile savaşın hukukunu ve ahlakını esas alırız.
İntikam hırsıyla düşmana benzemeyi kendi ideallerimize ihanet olarak değerlendiren bir yüce inancın mensuplarıyız biz.
Aliya işte bu üstün değerlerin temsilcisiydi. TRT 1’de yayınlanan, gözyaşları içinde büyük bir öfkeyle izlediğim “Alija” dizisinde o ahlaksız ve namert savaşın en ateşli anında bilge liderin söylediklerinden gurur duydum. Komutanlarını karşısına alan Aliya şöyle diyordu: “Biz asla onlar gibi olmayacağız. Çünkü biz Müslümanız.”
Aliya biliyordu ki öfkeye ve intikam duygusuna yenik düşülmeye müsait o konjonktürde düşmana benzediğin an, bittiğin andır. Ondan farksız hale geldiğinde kaybettin demektir. Değerlerini ve kutsallarını kaybedenler, kazansalar bile kaybetmiş sayılırlar.
Aliya’nın bir diğer sözü bu bağlamda çok anlamlıdır: “Halkın kendisinden korktuğu ordu kaybetmeye mahkûmdur.”
Evet, bu mealde ahlaki tavsiyelerde bulunuyordu Aliya, o ölümün herkesi kuşattığı zaman diliminde.
Afrin’de Mehmetçiklerimiz bu anlayışla hareket ediyorlar işte! Mehmetçiklerimizi bölge halkı sığınabileceği ve güvenebileceği tek güç olarak görüyor.
Unutmayalım asla: Biz onlar gibi olduğumuz gün kaybederiz.