Ölüm hakikati her gerçekleştiğinde insanı derinden sarsıyor. Hele tanınan, bilinen, sevilen biri vefat ettiğinde insan daha da sarsılıyor. Akif Emre’nin vefatı üzerine yazılan yazılar bütünüyle ve tam anlamıyla bir hüsnü şehadet niteliğindeydi.
Tanıyanları Akif Emre’yi hem hayırla yad ettiler hem de bir pişmanlık hali sergilediler. Onu yeterince aramamanın, ona sahip çıkmamanın, onun değerini bilmemenin getirdiği bir pişmanlık…
Sevdiklerimizi kaybettikten sonra birçok pişmanlık yaşıyoruz ama bu pişmanlık her zaman bir derse, bir kendimize çeki düzen vermeye dönüşmüyor. Sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemekten yine imtina ediyoruz, dostlarımızı arayıp sormaktan yine geri duruyoruz, kıymetli olduğunu bildiğimiz insanlara kıymetini belli etmekten yine çekiniyoruz.
Galiba ‘duyarlı olma’ vasfımızda bir gerileme var. Büyük meseleler, olgular, sorunlar karşısında çok duyarlı olduğumuzu düşünüyoruz ama sevdiğimiz insanlarla ve yakın çevremizde olup bitenlerle yeterince ilgilenmiyoruz, kişisel ilişkilerde aynı duyarlılığı sergilemiyoruz.
İşte yarın başlayacak Ramazan önümüze yeni bir fırsat koyuyor. Allah’ın bahşettiği bu tür özel günler, geceler, aylar bizler için iyi değerlendirmemiz gereken özel fırsatlardır, özel lütuf ve nimetlerdir.
Toplumun huzur bulması insanların iç huzurunu yakalamasına bağlıdır. İç huzuru yakalamamız ve ruhi tatmine ulaşmamız ise manevi tekamülle mümkündür.
Gönül bağıyla birbirimize bağlanmak, bir vücudun azaları gibi olmak, inananlar için bir tercih değil bir yükümlülüktür.
Ramazan ayı boyunca selamı yaygınlaştırmak, birbirimize güzel söz söylemek, gönüller yapmak, dayanışmayı ve yardımlaşmayı artırmak, hal hatır sormak, hiç değilse birbirimize tebessüm etmek sosyal havayı çok değiştirecektir.
“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır…”
Duyarlı olmak kadar arınmaya ihtiyacımız var, kalbi hastalıklardan arınmaya…
Kibir, cibrilik, kıskançlık, hased, öfke, riya, tembellik ve daha nicesi… İnsanın kemalatını yiyip bitiren bu kötü huyları içimizden söküp atmak, hayra tebdil etmek gerekiyor.
Bize sayısız nimetler veren yüce Yaradan’a karşı nankörlüğü bırakıp af dilemek, muhabbet ve şükür duygularıyla ona teslim olmak nasıl bir erdemse, birbirimize sevdiğimizi söylemek de, yanlış yaptığımızda özür dileyip samimi olarak elimizi uzatmak da, yoksula ve muhtaca kucağımızı açmak da bir erdemdir.
Ramazan boyunca arınmanın, bereketin ve rahmetin kaynağı elbette tutulan oruçlar, kılınan namazlardır. Ama bir o kadar önemli olan infak etmek, sadaka ve zekat vermektir. Bunlar da kalbi temizleyen ibadetlerdir. Bu ibadetler aynı zamanda Mü’minler arasındaki o gönül bağını güçlendirir, sosyal tesanüdü artırır.
İlahi mesajın vurguladığı gibisahip olduğumuz mallarda muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır… Mülkün gerçek sahibi bizim ve her şeyin sahibi olan Allah’tır. Ama dünya hayatında bizim saydığımız mallarda yoksulların hakkı olduğunu ve onu vermezsek bu dünyadan borçlu gideceğimizi unutmamak gerekiyor.
Güzel duyguların kalpten çıkarak sosyal hayatı düzenleyen bir uygulamaya dönüşmesi zekat ve sadaka gibi amellerledir. Dostlarından, sevdiklerinden, yakınlarından, akrabalarından bigane olan bir insan nasıl başka insanların, muhtaçların, yoksulların, mazlumların derdiyle dertleniyor olabilir?
Büyük bir sevgi, şefkat ve merhamet medeniyeti kuran İslam, en yakın daireden en uzak daireye kadar bir ‘duyarlılık hali’, bir ilgili olma, dert edinme kültürü üretmiştir. Bize düşen bu kültürü yaşamak ve yaşatmaktır.
Evet, her ölümden ibret almamız, dersler çıkarmamız gerekiyor. Akif Emre’nin vefatı önümüze böyle bir ibret ve ders koydu. Allah rahmet eylesin…
Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun, bereketli geçsin...