Danışman olarak siyasete girdiğinde, çevremdeki arkadaşların da kendisinden sitâyişle bahsetmesiyle sevinmiş, umutlanmıştım. İdealist bir akademisyen olarak görünüyor, Anadolu merkezli bir dünya görüşüne sahip olduğunu vehmettiriyordu. Üniversitenin dışında da gençlerle ilgileniyor, kitaplar yazıyordu. Bu meziyetleri taşıyan insanların siyasette yer almasını her zaman savunduğumdan kendisine bağladığım ümit de yüksekti. Sonrasında yaşadığım derin hayal kırıklığının sebebi de kendisine bağladım bu yüksek ümidimdi.
Maalesef olmadı. Zâhirinde tevazu görünen bünyenin bâtınında enâniyetin, kibrin yuvalanmış olduğunu ancak Başbakan olduğunda anlayabildim. Sadece kendisi değil, gerek parti içine gerekse devlet kademelerine yerleştirdikleri de ne yazık ki aynı hastalıklara dûçar olmuş, hastalıklı bünyelerini akademik kariyerleriyle örtmeye çalışıyorlardı. Bu mevzuda, 6 aylık gibi çok kısa Başbakanlık sürecinde gençlerden duyduğum şikâyetlerin haddi hesabı yoktu. Bir kez daha Hazreti Peygamber’in, “İlim tuğyandandır (azdırıcıdır)” hadîs-i şerifini hatırlamış oldum.
Sahip olduğunu sandığınız ilmin sizde dost düşman tefrikini yapacak temyiz melekesi kazandırmamasının neticesi, teferruatların sürükleyeceği enâniyet bataklığında boğulmaktır. Kendisini karşı kıyıya geçiren kayıkçıya, “Sen şunu biliyor musun, sen bunu biliyor musun” diye kibirlenen ve aldığı her “Hayır” cevabına karşılık kayıkçıya “Hayatının dört birini boşa geçirmişsin” diyen âlimin fırtına çıkınca kayıkçının “Yüzme biliyor musunuz” sualine “Bilmiyorum” deyince kayıkçının verdiği o muhteşem cevap neydi: “Hayatınızın dörtte dördünü boşa geçirmişsiniz!”
Evet, zat-ı alilerinin Başbakanlığı döneminde az daha hep beraber batıyorduk. Kadrolaşmaya ve kendisine partiyi emanet eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partiden izlerini silmeye çalışmaktan Fethullahçı Terör Örgütüyle mücadeleye zaman ayıramayan Ahmet Davutoğlu, FETÖ’yle sıfır mücadeleyle tarihe geçti. Gözünü perdeleyen enâniyeti dostu düşmanı görmesine mâni oldu. Gelen büyük tehlikeyi göremedi. Ve 15 Temmuz sonrası cemiyetteki müşterek hissiyat şuydu: “İyi ki o gece Davutoğlu Başbakan değildi!”
Davutoğlu 15 Temmuz gecesi o her şeyi biliyorum havasıyla televizyona çıkar ve halka “Sağduyulu olun, evlerinizden çıkmayın biz gerekeni yapıyoruz” derdi. Tıpkı Suriye’de ve Mısır’da yaptığı gibi! Hoş, danışmanı Etyen Mahçupyan ne demişti: “Davutoğlu Başbakan kalsaydı 15 Temmuz olmazdı!” Neden, niçin, nasıl?
Sayın Davutoğlu yeni bir parti kurma teşebbüsüyle tekrar gündeme gelmeye çalışıyor. Geçen hafta da Başkan Erdoğan yönetimini eleştiren bir yazı yayımladı. Bir yandan yeni bir parti kurmak için AK Parti içinden adam devşirmeye çalışmak diğer yandan da “Ben bir AK Partili olarak” diyerek partiyi eleştiren açıklamalar yapmak pek ahlâkî olmasa gerek. Davutoğlu kursun partisini ve istediği eleştiriyi yapsın, kim ne diyebilir. Veyahut parti kurma iddialarını yalanlasın ve gerek AK Parti’nin gerekse Türkiye’nin iyiliği için yapıcı eleştirilerine devam etsin. Tabiî ki ilk başta kendini eleştirmekle, bir hâl muhasebesi yapmakla işe başlasın.
Mezkûr yazısında, eski köhnemiş sisteme dönmeyi teklif etmesi tam mânâsıyla bir rezalet. Yahu o kadar okumuş adamsınız, o kadar akademik kariyeriniz varken bizlere teklif edeceğiniz yenilik eskiye dönmek mi? Tamam mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemini beğenmediniz de bize yeni bir şeyler söylemeniz gerekmiyor mu? Sizin söylediğinizi CHP de söylüyor! Hani siz her şeyi bilen insanlarsınız ya ondan soruyorum, cahilliğimi hoşgörün!
Bu cahal hâlimle Davutoğlu’na bir tavsiyem olacak: Charlie Hebdo’ya düzenlenen saldırı sonrası koşa koşa gittiğiniz Paris’te Batılı liderle arasında itilmiş fotoğrafınızla, Paris dönüşünüzün hemen ardından gerçekleşen İstanbul’daki terör saldırısı sonrası Sultanahmet’e tek başınıza karanfil bırakmak zorunda kaldığınız fotoğrafa uzun uzun bakınız!