ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisinde dostlar ve müttefikler yok, düşmanlar ve hainler var. Dünyayı kendi ürettiği ve dayattığı bir siyah/beyaz gözlüğe mecbur eden bu tavır, uluslararası ilişkileri ve diplomasiyi fena halde sığlaştıracak, saldırganlığı ve gerginliği oldukça yükseltecek bir yaklaşım sergiliyor.
Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri son dönemde Ortadoğu’da sert-müdahaleci bir tavır geliştirmiş durumda. Politikalarını değiştiremedikleri ülkelerin yönetimlerini değiştirme stratejisi, ABD’nin anti-demokratik görünümünü güçlendirdiği gibi ABD karşıtlığını da artırıyor.
Darbeler, turuncu devrimler, kalkışmalar, ekonomik manipülasyonlar bölgemizde büyük çalkantılara sebep oluyor.
ABD’nin bu tavrı, aslında bir siyasetsizlik halinin ve politik yetersizliğin ilanıdır. ABD, politik olarak baş edemediği durumlarda alaşağı etme yöntemine başvuruyor. Bunun adı, politik vizyonsuzluk ve siyasi acziyet halidir.
Obama yönetiminin Ortadoğu’daki dirayetsiz politikaları hem Rusya’yı, hem İran’ı tekrar oyuna sokmuş ve nüfuzu artan ülkeler haline getirmişti. Trump yönetimi ise yeni politikalarla bölgede etkili olmaya çalışmak yerine doğrudan rakibi saf dışı bırakacak hamlelere yöneliyor. Siyaseten bileğini bükemediklerinin kafasını yarmak şeklinde tanımlanabilecek bu strateji daha sevimsiz bir görüntü oluşturuyor.
ABD’nin son açıkladığı ulusal güvenlik strateji belgesinde ‘haydut ülke’ olarak nitelenen İran, sokak gösterileriyle karışmış durumda. ABD, haydut diyerek küçümsediği İran’a Suriye ve Irak’ta müthiş alan kazandırarak çok zavallı bir siyasi vizyona sahip olduğunu gösterdi. Şimdi ise yaptığı, siyaseten baş edemediği ve karşısında zayıf kaldığı ülkeleri cebri yöntemlerle dize getirmek...
Katar’ın ‘yumuşak güç’ üzerinden ürettiği etki sadece bölgenin işbirlikçi otoriter rejimlerini ve İsrail’i rahatsız etmedi, bölgede istediği şekilde at oynatmaya alışan ABD’yi de rahatsız etti.
Katar medyasının etki gücünü arttırması, Katar sermayesinin bölgedeki sivil toplum örgütlerini desteklemesi, Katar devletinin başka ülkelerindeki baskılardan kaçan kişileri himaye etmesi bu rahatsızlığı artırdı. Katar gibi çok da büyük olmayan bir ülkenin Ortadoğu’da artan özgül ağırlığı ve politik görünümü bir kısım çevreleri paniğe sevk etti.
Kendisini Arap dünyasının patronu gibi gören ama hiçbir uluslararası meselede politik tavrını belli etmeyen veya sessiz sedasız işlerini yürütmeye alışan ülkeler Katar’ın siyasi etkinliğini kendileri için bir tehdit olarak algıladılar.
ABD siyasi açıdan boyunduruk altına alamadığı ülkelerin yönetimlerini ya şantaj ve tehditle hizaya getirmeye ya da devirerek ortadan kaldırmaya çalışıyor.
ABD Başkanı Trump’ın açıkça Katar’ı teröre destek olmakla suçladığı günlerde Katar’daki ABD üssünün daha da büyütüldüğünü ve milyarlarca dolarlık silah anlaşmaları yapıldığını biliyoruz.
ABD’de devam eden Sarraf davası üzerine yapılan yorumlarda da Türkiye’ye karşı nasıl aba altından sopa gösterildiğini, türlü yaptırım senaryolarıyla örtülü tehditler savrulduğunu görüyoruz.
En son Lübnan ve Ürdün’de yaşananlar bölgeyi müdahalelerle dizayn etme isteğinin göstergeleri…
ABD, bölgedeki siyasi tükenmişliğini metazori yöntemlerle perdelemeye çalışıyor. Ülkelere onurlu müttefiklik ilişkisi ve stratejik bir vizyonda buluşma önerisi getiremeyip ya teslim ol ya yok ol mantığıyla yandaşlar üretmeye çalışmak kesinlikle ters tepecek bir yöntemdir.
ABD’nin tamamen yandaş gibi gördüğü yönetimlerin bile Kudüs oylamasında ABD’nin istediğini yapamaması çok iyi bir göstergedir. Yönetimleri bir şekilde etki altına alabilirsiniz ama halkların iradesini, ma’şeri vicdanı ve hakikatin sesini susturamazsınız. Trump’ın küre etrafında el ele tutuştuğu kişilerin bile BM oylamasında gereken desteği vermemesi, Trump’ın Kudüs politikasının ve bu ilişki biçiminin iflas ettiğini göstermez mi?