MHP’nin araladığı kapıdan Başkanlık sistemini tartışıyoruz. Evet, Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden sonra yetkilerini sonuna kadar kullanan bir Cumhurbaşkanı var. Parlamenter sistemin ikinci planda kaldığı bir parlamento var, bu fiili durum anayasal bir çerçeveye oturmalı. Bunun kararını da halkoylamasında seçmen vermeli. Türkiye yoluna ona göre devam etmeli...
Siyasi kanatta CHP ve HDP Başkanlık sistemine karşı çıkıyor. CHP’yi anlamak zor değil. Bugün ya da yarın, Türkiye’nin mevcut ana tercihi AK Parti çizgisi iken, CHP’nin Başkanlık seçimini kazanması mümkün değil. HDP ise bölücü terör örgütü PKK’nın Meclis’teki görevlisi olarak şu saatten sonra seçim barajını aşamaz.
Başkanlık sistemini engellemek isteyen asıl güç ise Vesayet sisteminin ağaları. Çünkü Başkanlık sistemi, onların mevzilerini, yıllardır hükümferma oldukları konumlarını berhava edecek. Ellerindeki imtiyazları kaybedecekler. Hele hele algı operasyonlarında kullandıkları medyaları süklüm büklüm olacak. Beşinci kol akademisyenleri, öyle sırtlarını ABD’ye, Avrupa’ya yaslayıp, PKK’yı savunan Türk devletine saldıran bildirilere imza atamayacak. Başkanlık sistemi gelince vesayetin borusu ötmez olacak...
Vesayetin ağaları, Tek parti döneminden itibaren Türkiye’yi statüko cenderesine soktular. Darbelerle, insan haklarını çiğneyerek, özgürlükleri kısarak/yok ederek, demokrasiyi katlederek bu cendereyi insafsızca sıktılar. 27 Mayıslar, 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 27 Nisanlar, iktidar partisini laiklik karşıtı eylemlerin odağı ilan etmeler, hep bu cenderenin marifetleriydi.
Ama 15 Temmuz’dan sonra vesayetçilere bir haller oldu. FETÖ ile mücadeleden istifade etmeye kalktılar. Darbeciliklerini unutturmaya, sütten çıkmış ak kaşık olduklarını söylemeye başladılar. 28 Şubat’ın kabadayısı vesayet medyası hemen onlara sayfalarını, ekranlarını açıverdi. Kurdun üzerine un serptiler, ayağına beyaz eldiven giydirdiler...
Nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta gürleyiverdi:
“Eski Türkiye özlemiyle yanan bazı kesimlerin 15 Temmuz’u kendilerini haklı göstermek için kullanmalarına izin vermeyeceğiz. Milleti, milletin değerlerini, bu ülkenin medeniyet birikimini tahkir etmeyi çağdaşlık, ilericilik sanan 15 Temmuz gecesi ortalıkta hiç görünmeyen, hatta tanklara alkış tutanlar şimdi fırsatçılık peşinde koşuyor.
Bunlar, yaşanan darbe girişiminin tek sorumlusu olarak dini yapıları ve İslami hassasiyetleriyle kamusal alanda var olmaya çalışan insanları görüyor. Yine bunlara göre sorunun çözümü için eski jakoben tek tipçi, dayatmacı dönemlere geri dönülmesi gerekiyormuş.
15 Temmuz sonrası ekranlara, gazete sayfalarına, sosyal medya platformlarına boca edilen bu tezler sadece birer hezeyandır. Her şeyden önce şunu bilmemiz lazım: 15 Temmuz darbe girişimine giden yolun taşları dine, dini kurumlara ve dini hayata bu şekilde çarpık bakan anlayış tarafından döşenmiştir. Uzun süre devlete hâkim olan bu ötekileştirici yaklaşım, 40 yıl boyunca Fetullahçı terör örgütüne ve onun sapkın ideolojisine malzeme vermiş, istismar edecekleri bir zemin sunmuştur. Milleti örümcek kafalı, gerici, yobaz, taşralı, takunyalı diyerek hakir görenler, FETÖ gibi çok yüzlü yapıların oluşmasına çanak tutmuştur. İnsanları üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle öz vatanında paryalaştıran zihniyet FETÖ’nün en büyük destekçisi, en büyük meşrulaştırıcısı olmuştur.”
İşte bu... Göreceksiniz, vesayet ağaları, Başkanlık sistemini engellemek için içerde bütün adamlarını cepheye sürecektir. Onlara en büyük lojistik destek de Batı’dan gelecektir. Yürütecekleri algı operasyonunun adı da belli: Erdoğan diktatörlüğe gitmek istiyor...