Rafa kaldırılan konuyu, MHP Genel Başkanı Bahçeli raftan indirdi. Partisinin salı günkü Grup Toplantısında çağrıyı yaptı: “Başkanlık mı, parlamenter sistem mi sorusunun kalıcı şekilde cevaplandırılmasını diliyoruz...” Başbakan Binali Yıldırım da fırsatı kaçırmadı, “Biz Bahçeli’nin çağrısını aynen kabul ediyoruz, kısa sürede yeni anayasa çalışmamızı Meclis’e getireceğiz” dedi.
Referandum sınırı 330 oy. Meclis Başkanı Kahraman oy kullanamadığı için AK Parti’nin 316 oyu yeterli değil. CHP ve HDP Başkanlık sistemine karşı. MHP’nin 40 milletvekili var. Ön görüşmelerde MHP ile mutabakata varılırsa Anayasa değişikliği Meclis’ten geçer ve referanduma gidilir. Referandumda seçmenin Başkanlık Sistemine evet diyeceğine inananlardanım.
Bunun başlıca sebebi, milletimizin feraseti ve sağduyusudur. 15 Temmuz darbe girişiminde tankların üzerine çıkan bu millet nasıl istikbaline, sivil iradeye ve demokrasiye sahip çıktı ise Başkanlık sisteminin de istikrarlı, güçlü ve büyük Türkiye için doğru tercih olduğunu gösterecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Ağustos 2015’te Rize’de şunu söylemişti:
“Türkiye, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevesinin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.”
Hakikat budur. Fiili durum, Anayasa’da yerini almak zorundadır.
Başkanlık sistemi, CHP’nin ve ABD ile AB’nin iddia ettiği gibi otoriterliğe, diktatörlüğe gidiş değildir. Elbette sistem getirilirken yargı bağımsızlığının teminatı, dar bölge seçim sistemi ve denetim mekanizmaları da olmalıdır. Meclis, yürütmenin kontrolünden kurtarılmalıdır. Bugün Meclis, denetleme görevini yapamıyor. Zira iktidar partisinin içinden çıkmış hükümeti, kendi parlamenterleri zaten objektif olarak denetleyemez. Bugüne kadar denetleyen de görülmedi. Asıl samimiyetler sorgulanmalı. Başkanlık sistemine karşı çıkanlar; liderin iki dudağı arasına sıkışan parti içi demokrasi garabetini ve denetleme yapamayan Meclis zafiyetini, hep dikkatlerden uzak tutuyorlar. Dönüp de bu tarafa hiç bakmıyorlar.
Türkiye koalisyon dönemlerinin pazarlıklarından, çalkantılarından, istikrarsızlıklarından, koalisyonların siyasi tertiplere açık bünyesinden çok çekti. Türkiye, hep tek parti dönemlerinde hızla kalkındı.
Sayın Erdoğan’ın otoriterliğe savrulacağı, diktatörlüğe heveslendiği iddiaları, büyük oranda Erdoğan düşmanlığından kaynaklanıyor. Burada toplumu ve siyaseti maniple eden FETÖ’dür. AK Parti iktidar olduğu günden beri F. Gülen, bütün stratejisini Erdoğan nefreti üzerine kurdu. Gelip dayandığı yer de 15 Temmuz ihaneti oldu. Batılı zihniyet de Gülen’i arkaladı: “Erdoğan’dan kurtulmak için darbe gerekiyordu ama Erdoğan’ı öldürmeyi beceremediler” diye hayıflandılar.
Deniyor ki, parlamenter sistem tahkim edilsin. Bunun anlamı, halktan Cumhurbaşkanını seçme yetkisini geri alınsın demektir. Buna kimsenin gücü yetmez. Halk, özgür iradesiyle elde ettiği bu hakkı geri veri mi? Asla vermez...
Çünkü 2007’de vesayetin ağababalarının 367 garabetiyle Cumhurbaşkanlığı seçimini nasıl tıkadığını bu halk gördü. 21 Ekim 2007’de halk referandumda yüzde 68’le “ben çözüyorum, Cumhurbaşkanını biz seçeceğiz” dedi. Bu kadar...
Yedi düvel ile karşı karşıya olduğumuz bugün, kendi değerlerimizle, istikrar ve refah içinde kalkınmanın, büyümenin yolu Başkanlık Sistemidir. Şimdi tam sırası...