Şehit Başbakan Adnan Menderes’i kefeni üzerinde, idam hükmü boynunda asılı halde gösteren fotoğraf, kuşkusuz Türkiye siyasetinin en sarsıcı fotoğrafıdır. O günden sonra siyaset uzun süre bu fotoğrafın ağırlığı altında ezildi çünkü.
Darbeciler, vesayetçiler ve işbirlikçileri için işleri kolaylaştıran bir “ibret-i alem” kartı idi o fotoğraf. “Direnme, haddini bil yoksa sonun böyle olur” dedikleri.
Haktan yana, halk için siyaset yapanlar içinse büyük bir sınav. Baş etmek zorunda oldukları bir travma. Siyasete girerken kefen giymeyi zorunlu kılan bir adanma. Yahut sıkıştığın anda şapkayı alıp gidecek kadar kendini imha.
Nitekim 2007’ye dek bu böyleydi. 27 Nisan’da dönemin askeri yönetimince yayınlanan e-muhtıraya AK Parti hükümeti hakkıyla muamele etmeseydi belli ki bu döngü böylece sürüp gidecekti.
Milli iradenin her on yılda bir kesintiye uğratılmasından bıkıp usanmış olan halkın gücü ve halkın talimatını doğru okuyup muhtıracılara “hadi oradan, işinin başına dön, bir daha da görmeyeyim” diyebilen AK Parti sayesinde taşlar yerli yerine oturdu.
İlk o zaman anladılar zaten, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’ye daha önce olduğu gibi muhtırayla, birkaç gazete manşeti, bir miktar höt-zöt ile müdahale edemeyeceklerini.
O yüzden daha sofistike, daha zahmetli işlere giriştiler. Bel altı kaset kumpaslarıyla partilere müdahale ettiler. Erdoğan’a “diktatör”, “tek adam”, “Yezid” vesaire dediler. Batı medyasıyla, PKK-FETÖ çevresiyle eş zamanlı ses verecek koroları özgür sesler, cesur yürekler diye alkışladılar.
Uludere’de ve MİT operasyonunda alınamayan sonuç, verilen coşku doygunluğa ulaştığında bir de Gezi kalkışmasıyla denendi. Sonra peş peşe 17-25 Aralık darbesi, 6-8 Ekim Kobani kalkışması, 2015 çukur terörü...
Hiçbirinde istenilen sonucu elde edemedikleri içindir ki 15 Temmuz yaşandı. 251 şehit, üç bine yakın gazi ve Erdoğan liderliğinde direnen milyonlar sayesinde bugün güven ve konfor içinde konuşuyoruz her meseleyi.
Ama insan bu, nisyanla malul! Seçtiği Başbakan’ın 59 yıl önce darağacında sallandırıldığını, seçtiği Cumhurbaşkanı’nın sadece 2 buçuk yıl önce suikast girişiminden kurtulduğunu, unutuveriyor. Yahut 27 Mayıs darbesiyle siyasi alana müdahale edip Başbakan asan zihniyetin 20 yıl boyu darbeyi “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” diye kutladığını, darbeye “devrim” dediğini. Unutuveriyor.
Üstelik bunu yapanlar çok çabuk kılık değiştirebiliyor. Demokratları asan zihniyet, devir değişip halk demokrasi-demokrat kavramları altında toplaşınca kılığını değiştirip kendine “demokrat” diyor.
En temel hak ve özgürlüklerin gasp edildiği baskı dönemlerinde aktif rol alıp hem de yasaklar bin bir bedelle kaldırıldığında “başörtüsü yasağı sayemizde kalktı” diyebiliyor.
Hem camilerde bile ezanı yasaklayıp Müslüman halkı “tanrı uludur” diye ulumaya zorluyor hem bundan dolayı hiç nedamet getirmiyor ama hem de milleti yanıltıp oyunu (ç)almak için camide diz kırıp iftarda el açabiliyor.
Hem 15 Temmuz’da saklandıkları evde terlik-televizyon keyfi yapıp, hem karşıyız falan deyip iki gün sonra da “tiyatro”, “saray darbesi” diye FETÖ savunmasına geçebiliyor.
İşte CHP İstanbul adayı, bu sicilin herhangi bir yerinde değilmiş gibi yapmasına rağmen milli iradeyi ve milli egemenliği taciz eden, terörize eden, ilga etmeye kalkan terör örgütlerine ve arkalarındaki yapılara iki satır dahi laf etmiyor.
İstanbul, 23 Haziran’a bu kadar temel bir farkla gidiyor işte. İstanbul’u temsilen Şaraçhane’deki yönetim binasını, 15 Temmuz gecesi “süs havuzunda abdest alıp şehit olmaya hazırlananlara mı teslim edecek” yoksa eşi de, partisi de direnmemeyi salık veren CHP adayını mı, göreceğiz. Üstelik yaptığı iki cümlelik paylaşımda darbeci konseyin adına manalı bir atıf ve “sulh içinde” olma tavsiyesi varken hem de.