Petro-politik kavramının dünya coğrafyasına şekil verdiği dönemler devam ediyor. Teknoloji ve haberleşme daha da fazla ilerledi ve belki de 30-40 yıl öncenin kıran kırana rekabetlerine farklı bileşenler de eklendi. İletişim çağında zamanın kanlı bıçaklı savaşları yerine daha da yıkıcı olan algı savaşları yaşanıyor. Ancak son kertede her şey dünyanın kaynakları, zenginliklerini kontrol etme amacına yönelik bir hegemonya savaşına çıkıyor. Doğal kaynakları açısından zengin bir coğrafyanın, bu zenginlikle ters orantılı bir yoksulluğuna tanık oluruz çok zaman. Kendi kaynakları üzerinde söz sahibi olma çabası ise dışarıdan gelen darbelerle karşılanır. O coğrafyanın öz değerleri, paylaşım savaşlarının şahlarının umurunda bile
değildir.
Elmas, petrol, kömür, demir... Hiç farketmez. Doğal zenginlikler mutlaka beraberinde felaketleri de getiregeldi dünya tarihi boyunca. O zenginliklerden pay almak isteyen hatta kırıntısını kimseye bırakmak istemeyen dünya devleri, oyunu çok kirli oynadılar.
Uluslararası şirketler, hükümetleri devirdi, haraca bağladı, parmağında uğrattı.
O şirketlerin anavatanı olan ülkelerin ordularının öncelikli görevi de hegemonyanın rahat yayılmasının önündeki engelleri kaldırmak oldu.
İstanbul’da 23. düzenlenen Enerji Kongresi’ne giderken zihnimde bu düşünceler uçuşuyor. Bir de 18 yıl önce enerji ve petropolitik konularına meraklı bir gazeteci olarak takip ettiğim bir başka Enerji Zirvesi. 1998 yılı Eylül ayında ABD’nin Houston kentinde düzenlenen zirvede dönemin Enerji Bakanı Cumhur Ersümer Türkiye’yi temsil etmişti. Petrol devlerinin bu zirvedeki lobi çalışmalarını ve bir petrol devinin heyeti davet ettiği bir at yarışı gösterişini hatırlıyorum. Bakan düzeyinde katılan Türk heyetini ağırlayan kişinin bu petrol devinin Başkan’ı değil, Başkan Yardımcısı olmasını da öylesine yadırgamışım ki, 18 yıl sonra bu toplantıdan hatırladığım detayların başında geldi. İstanbul’daki Enerji Kongresi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rus lider Vladimir Putin, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro ve Azerbaycan lideri İlham Aliyev’i bir araya getirdi. 80 ülkeden 250 üst düzey hükümet yetkilisi zirve nedeniyle İstanbul’da.
Öyle bir momentumda toplanıyor ki zirve, tam da “tarihi dönemeç” dedikleri bir Zaman dilimindeyiz. Uluslararası güçler, ülkelerin üzerine kurulu olduğu toprakları paylaşma hevesiyle oyun üzerine oyun kuruyorlar. Savaşlardan kaçan mülteciler, denizlerin kıyılarına vurarak, medeniyetin suratında patlayan bir tokada dönüşüyor.
Suriye, Irak... Ülkemizde yaşanan ve milletin lideriyle kenetlenmesinin ardından bir gecede altedilen darbe girişimi.
Terör...
ABD’de 8 Kasım’da yapılacak olan ve tüm insani değerleri altüst edercesine çirkin bir şekilde kampanyası süren başkanlık seçimleri... Böyle bir dönemeçte toplanan Enerji Zirvesi, bu sektörde pek de duyulmayan bir kavramı, dünyanın en eski kavramlarından birini slogan olarak seçti: “Barış”.
Barış için enerji...
Barış için paylaş...
Vahşi kapitalizmin acımasızlığında ne kadar ütopik geldi kulağınıza değil mi?
İşte tam da bu yüzden “Barış için enerji” kavramı Türkiye gibi önceliği mazlumlar olan bir coğrafya ve Erdoğan gibi dünya sisteminin adaletsizliğine itiraz eden bir liderden gelebilir sadece. Ve o şekilde hayat bulabilir.