İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylarının ortak televizyon programı üzerine yorumlar, analizler yapılmaya devam ediyor. Kim hangi adayı destekliyorsa, programda onun daha başarılı olduğuna dair söylemlerde bulunuyor; böyle bakınca da programın seçmen davranışları üzerinde dramatik bir etkisinin olmadığı söyleniyor. Oysa bu programın en büyük etkisi, CHP adayının kendi seçmenine dönük ezber söylemlerinin, tartışmalı ortamda büyük bir çöküş yaşamasıdır.
Siyasetçi için en büyük kusurlardan birisi kendi kitlesine konuşuyor gibi konuşması, bir nevi monoloğa ve ezbere kendini kaptırmasıdır. Partililere konuşan siyasetçi konuşmasının kritik, eleştiri, sorgulama safhalarından geçirmeden, böyle bir işleme de tabi tutulmayacağını düşünerek söylem üretmeye alışır. Farklı bir kitleyle; sorgulayan, eleştiren, didikleyen bir kesimle karşılaşan siyasetçi ise o ezber söylem balonunun bir anda patladığını görür, apışıp kalır.
Diyalektik ve analitik düşünce siyasetçi için olmazsa olmazdır. Bir siyasetçi kendi kitlesine konuşurken bile işin tüm boyutlarını düşünmek, muhtemel soru ve sorgulamalara göre söylemini kurgulamak zorundadır. Aksi halde ortaya yavan, tek taraflı, sığ ve çok da tatminkâr olmayan bir retorik çıkar.
Hamaset, coşku, gaz verme, galeyana getirme siyasetin doğal bir parçası olsa dahi, ikna edilmesi gereken bir kitle olduğunda çok da faydalı olmayabilir, hatta ters tepebilir. Onun için siyasetçi konuşurken karşı fikirleri, alternatif görüşleri, zıt yaklaşımları, akıllarda oluşabilecek soru ve sorgulamaları da hesaba katarak bir mantık kurgusu oluşturmak zorundadır.
CHP adayı İmamoğlu’nun kendi kitlesini tatmin eden söylem balonları Yıldırım’ın iğneleriyle çok çabuk patladı. Siz kendi kitlenize konuşurken Sayıştay yalanlarını, veri kopyalama skandalını, Vali’ye hakaretleri veya desteksiz vaatleri büyük bir başarıymış gibi sıralayabilirsiniz. Ama karşınızda bunları basit sorgulamalarla veya izahlarla boşa çıkaracak birisi varsa, çok çabuk çuvallarsınız.
Hamaset ile bilgi, boş konuşmayla vizyon karşı karşıya geldiğinde birinci tarafın tutunma şansı kalmaz. CHP adayının birçok konuda bilgi, vizyon ve tecrübe sahibi olmadığı görüldü. Kaçamak cevaplar ve yuvarlak laflarla işi geçiştirme çabası işe yaramadı.
Hep söylediğim gibi devlet tecrübesi, siyaset tecrübesi, belediyecilik tecrübesi ve hayat tecrübesi daha fazla olan Yıldırım’la aynı tartıya çıkmak İmamoğlu için büyük bir kayıptır.Meclis Başkanlığı ve Başbakanlık yapmış bir siyaset duayeniyle aynı tartıya çıkmaktan fayda ummuş olabilir. Ama bunun riski, hafifliğin ve seviye farkının daha bariz bir şekilde ortaya çıkmasıdır.
Televizyon programının şöyle de bir etki yaptığını söyleyebiliriz:
CHP ve adayı başından beri seçimleri kazandıkları, haklarının teslim edilmesi gerektiği üzerine bir algı oluşturmaya ve seçimleri kendince meşru değilmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Hatta valinin 24 Haziran’a kadar kendi yerine başkanlığa vekâlet ettiğine dair çok kibirli söylemlerde bulunuyorlar. Oysa oluşturmaya çalıştıkları bu imajı yıkacak şekilde bu programa katılarak seçimleri kendilerince de meşrulaştıran ve yarışın sonucunu kabullenmek durumunda kalacakları bir pozisyon üretmiş oldular.
Meselenin diğer bir boyutu da kimi yorumlara göre CHP adayı, “agresifleşmemeyi, kontrolden çıkmamayı, gerilim üretmemeyi” başarmış. Oluşturulmaya çalışılan pozitif algıya tamamen ters bir şekilde bu kadar negatif bir algının oluşması calib-i dikkattir. Demek ki, genel algı İmamoğlu’nun aslında daha saldırgan ve kontrolsüz bir kişilik olduğu yönünde. Gelinen noktada içindeki siyasi canavarın çıkmamış olmasını kâr sayıyorlar.
Demokrasinin ve karşılıklı münazaranın bir güzelliği de bu tür aşırılıkları törpülemek ve polarizasyonu, gerilim ve kutuplaşmayı azaltmaktır. Yıldırım’ın babacan, olgun ve vakur duruşu rakibinin muhtemel kontrolsüzlüklerine engel olmanın ötesinde siyasetin yumuşamasına da katkıda bulunmuş oldu.