Bugüne kadar, “Doğan Medya Grubu”nun satılmasıyla ilgili herhangi bir yorumda bulunmadım.
Sadece “gazetesiyle” birlikte satışa gelen bir arkadaşın acıklı hallerine ilişkin küçük bir değerlendirme yazısı yazdım.
Hani “tüpçü” diyen arkadaş...
Lastikçinin sunduğu sınırsız özgürlükle sağa sola sataşan, Doğan Medya Grubu yayın ilkelerinin men ettiği “lakap takma suçunu” işleyen arkadaş...
Ertuğrul Özkök, vaktiyle, “Gelin bu şerefsiz mirası reddedelim” diyordu.
Haklıydı.
Lakap takmak, küfürlü yazılar yazmak bize eskilerden (eski meslektaşlarımızdan) kalma bir mirastı.
Ertuğrul Özkök’e göre “şerefsiz bir miras...”
Bunu hayatımızdan çıkarmalıydık...
Doğan Medya Grubu’nun belirsiz aralıklarla (yani işlerine geldiğinde)“güncellediği” yayın ilkeleri de aynen bunu vazediyordu. Dolayısıyla, Hürriyet gazetesi yazarlarının bir avantajı ve önceliği bulunuyordu. Tutumlarıyla örnek olabilirlerdi. Böylece hem yayın ilkelerinin buyruğunu yerine getirmiş, hem de o şerefsiz mirası reddetmiş olurlardı.
Bunu yapmadılar...
Başta “coşkun seller” gibi çağlayan Ahmet Hakan Coşkun olmak üzere, neredeyse “lakap takma yarışına” girdiler ve hep küfürlü (kişilik haklarına dahleden) ifadeler kullandılar.
Bu hususu hatırlatan onlarca azı yazdım. Hürriyet yazarlarını, hiç değilse, kendi ilkelerine sadık kalmaya çağırdım. Ama şımarıklıkla, büyük bir özgüvenle, aymazlıkla kalkıştılar ve Aydın Doğan’ın sunduğu toleransı sonuna kadar sömürdüler.
Şu sıralarda grupta büyük burukluk yaşanıyor... Aydın Bey tarafından terk edilmiş olmanın burukluğu ve hüznü...
Biraz da “satışa gelmenin hüznü...”
Siyasal konulardaki müdanasızlıklarını ve pervasızlıklarını da büyük ölçüde Aydın Bey’e borçluydular. Onun çizdiği siyasal çerçeve içinde bakıyorlardı meselelelere... Nihayetinde Aydın Doğan “28 Şubat sürecinde düşürülen İslamcı Refahyol hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi” diyen ve siyasal bir iddiayı (pozisyonu) temellük etmiş bir medya patronuydu. Çalışanları da ona göre vaziyet alıyorlardı, o “siyasal çerçeve” içinde kullanıyorlardı basım-yayım özgürlüklerini.
Demek ki Aydın Bey sadece “çalışanlarını” değil, siyasal iddiasını da satışa getirdi.
Biraz da bunun verdiği bir burukluk var tabii...
Bundan sonra Demirören’le devam edecek arkadaşlar Aydın Bey’in çizdiği (yahut temellük ettiği) çerçeve içinde kalmakta zorlanacaklar...
Uyum gösterenler çıkacaktır...
Eruğrul Özkök’ün uyum göstereceğini tahmin ediyorum. Nihayetinde profesyonelce bakıyor meseleye... Vaktiyle “tüpçü” dediği için kıvranıp duran Ahmet Hakan Coşkun da uyum gösterecektir. O da gayet profesyonel bir arkadaştır... Ama ideolojik arkadaşların durumu zor...
Mesela Mehmet Yakup Yılmaz...
Basının en az okunan yazarı olarak müddei tavrını daha ne kadar sürdürecek?
Paraya tamah ederse kalabilir ama diğerlerine nazaran işi çok zor...
Bir parantez de bu satışın “basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbe” olduğunu yazan üçüncü şahıslar için açalım...
Mesele, basın özgürlüğü değildir.
Mesele paradır.
Biz bu büyük basın özgürlükçüsünü 28 Şubat sürecinden hatırlıyoruz: Dağıtım kamyonlarından atılan gazete balyalarının arkasından Aydın Doğan’ın sırıtan yüzünü görmek mümkündü...
Dağıtım tekelini elinde bulundurduğu için, istediği gazeteleri dağıtıyor, istemediklerine çöp muamelesi yapıyordu... “Seçimle gelmiş hükümetlere karşı savaş veren” gazetelerinde de istediği haberleri yayınlıyor, istemediklerini “sümenaltı” ediyordu.
Badem gözlü değildi.
Militarizmin buyruğundan çıkmıyordu ve parasına bakıyordu!