Bir gemi muhabbetidir gidiyor. Kimimiz “Aynı gemideyiz!” diyor. Kimimiz “Aynı gemide değiliz!” diyor. Belli ki birileri artık aynı gemide olmamız gerektiğine inanmıyor.
Pek tabii dileyen dilediği gemiye binebilir. Ve pek tabii dilediği kimselerle yolculuk ve yoldaşlık edebilir. Sorun, ifade biçiminde saklı o derin nefrette. O birileri, kendilerinden farklı olanı “düşman” görüyor. Onlara karşı derin bir nefret içinde. Kutuplaşmanın bu türlüsü çok tehlikeli. Çünkü kıyıcı bir öfke barındırıyor.
“Aynı gemide yaşamak”, farklılıkların ortadan kalkması veya kaldırılması anlamına gelmiyor. Bu itirazı getirenler de bunu bilmiyor değil. Onlar gemi kaptanına düşmanlar. Geminin götürülmek istendiği yer, onların istemediği bir yer. Gemiye belki bir itirazları yok; lakin rotaya fena halde karşılar.
***
Madem gemi metaforu üzerinden tartışıyoruz. O zaman bu metafordan kimin ne kastettiğini bilmek gerekiyor.
Benim “Aynı gemi”den kastettiğim şey, ortak vatandır. Ülkedir. Ortak vatan üzerinde hepimizin iradesiyle oluşan devlettir. Hükümettir. Sonuçta devlet gemisini kimin kumanda edeceğine özgür bir seçimle bizler karar veriyoruz. Bazen hiç sevmediğimiz ve düşüncelerini zararlı gördüğümüz kaptanlar olabilir. Vakti geldiğinde kaptanlık köşküne oturmak için elimizden geleni demokratik çerçevede yapma hakkına sahibiz. Lakin hiçbir mülahaza gemiyi batırma hakkını vermez bize. Kim ki bunu yaparsa ihanet etmiş olur. Ve ihanetin bedeli de ağır olur.
Hepimize ait ve hepimizin içinde yer aldığı devlet/vatan gemisine düşman saldırmaya başladığında hepimizin yekvücut olma mecburiyeti doğar. Kim ki kaptana duyduğu karşıtlık dolayısıyla düşmanla iş birliği yapma yoluna gider gemiyi batırmaya kalkışırsa, bir başka deyişle sevmediği ve nefret ettiği kaptandan kurtulmak için düşmana yardımcı olursa, işte onlar ihanetin en büyüğünü işlemiş olurlar. Dolayısıyla da cezanın en büyüğünü hak ederler.
Bu ülke hepimizin...
“Aynı gemideyiz!” diyenler, hiç kimsenin farklılığını inkâr etmiyor, farklılığını bir tehdit unsuru olarak görmüyor; tersine bir zenginlik olarak görüyor. “Aynı gemideyiz!” diyenler, bekamıza yöneltilmiş aleni tehdit ve saldırılar karşısında hepimizi ortaklaştıran aidiyetlerimize vurgu yapıyorlar sadece. Bence bu çok önemli.
Öyle bir milletiz ki biz hem aynıyız hem gayrı; ne aynıyız ne gayrı. “Aynı gemide olmak”, birbirimizden farklı olmadığımız veya her konuda aynı düşündüğümüz anlamına gelmiyor. Ama ülkemize/vatanımıza/devletimize düşmanlık edenlere karşı aynı olduğumuz, tek yürek ve yekvücut olduğumuz anlamına geliyor. O yüzden “Aynı gemide değiliz biz!” diye bağıranlar neye itiraz ettiklerini netleştirmelidirler.
Biz farklılıklarımızla bir arada yaşamaktan yanayız.
Hepimizin son kertede çekildiği bir evi ve odası olsa bile geri kalan tüm alanları birlikte paylaşmamız gerektiğine inanıyoruz. Bu cümleden olarak kamusal mekânların bir aradalık ilkesine uygun bir biçimde düzenlenmesi gerektiğini savunuyoruz. Çünkü biz gücümüzü farklılıklarımızdan alıyoruz. Ve biz farklılıklarımızla birlikte Türkiye’yiz.
Ama o birileri kendilerinden farklı gördüklerini veya demokratik yollarla kaptan köşkünden indiremediklerini imha edilmesi gereken öteki olarak görüyorlarsa ve bu yüzden “Biz aynı gemide değiliz!” diyorlarsa işte burada tehlikeli bir zihni sorun var demektir.
Herkesin kendisine ait bir gemisi olabilir lakin hepimizin ortak gemisine düşman hücum ettiğinde yekvücut olamıyorsak işte orada ihanet var demektir. “Aynı gemideyiz!” söylemine o birilerinin marazi bir zihniyetle duyduğu öfke, aslında bu ülkede kimin ötekileştirici bir anlayışla hareket ettiğini gösteriyor. Bence milletimizin içine salınmak istenen bu marazi düşmanlık zihniyeti, düşman saldırısından bin beter bir kötülüktür.