Almanya, Avusturya, Hollanda derken kıta Avrupa’sının güneyi hariç hemen her ülkeyle bir “Türkiye-Türkiyeli” sorunu yaşıyoruz. Bu durumun İslamofobi ile açıklanması kolay değil, meselenin bir Türkofobiye dönüştüğü söylenebilir.
Hollanda’da yaşananlar malum; olup bitenlerin tüm yönleriyle “nedenleri” de tartışılıp masaya yatırılıyor. Ancak belirtmek gerekir ki, günün sonunda Türkiye’ye yönelik adı geçen ülkelerden gelen karşıt tavırlar, nasyonalist, ayırımcı, muhafazakar partilere yarıyor. Gayet açık biçimde bu ülkelerden gelen olumsuz tavırlar, doğrudan tüm Türkiye’ye yönelik değil; “red” muamelesi iktidarla ilgili. Ancak kendi iç dertlerine boğulmuş bu ülkelerin Türkiye’nin bakanlarına tüm diplomasi teamüllerini yerle yeksan ederek davrandıklarında, Türkiye’deki hemen tüm partilerin iktidar yanında kenetleneceğini hesaplayamadıkları anlaşılıyor.
Bundan daha anlaşılmaz olanı ise tüm yapılanların Türkiye’deki iktidarı zayıflatma amacı taşırken, AK Parti’nin referandumda daha da fazla desteklenmesine neden olan sonuçlar doğurması. Bunları hesaplayamamış olmaları, bundan sonra atılacak adımlarda ipucu verebilir.
Hukuk ve siyaset yolu
Siyaseten izlenebilecek yolların başında, muhtemelen adı geçen ülkelerdeki alenen Türkiye karşıtı olmayan siyasi partiler, STK’lar ve iş çevreleriyle ilişkileri artırıp safları sıkıştırmak olabilir. Diğer bir ifadeyle her seçimde biraz daha sağa savrulan ortamdan şikayetçi ve rahatsız kesimler, Türkiye’nin muhatapları haline gelebilir. Ayrıca, söz konusu ülkelerdeki parlamentolarda “kötü muamele” yapanlar hakkında gensoru açabilecek, başka konuları gündeme getirebilecek kesimler mutlaka vardır; onları kazanmakta yarar olabilir.
Bununla birlikte, ilk aşamada atılacak adımlarda hukuk yolunun izlenmesi en uygun adım olabilir. Öncelikle konsolosluk hukuku, diplomasinin kural ve sorumluluklarını düzenleyen uluslararası anlaşmaların ihlali üzerinden gidilerek uluslararası kuruluşlara ve mahkemelere başvurulabilir.
Eş zamanlı biçimde Hollanda’daki olaya bağlı olarak mağdur olan tüm kişiler, sadece bakan heyeti değil, tartaklanan gazeteciler de AİHM’e bireysel başvuru haklarını kullanmalı. Hukuk yolu biraz uzun sürebilir, ancak konjonktürel önlemlerden çok daha kalıcı sonuçları olur.
Bölgesel politika yolu
Yine eş zamanlı olarak Türkiye diğer Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme yolunda çaba sarf edebilir. Her ne kadar Avrupa’nın güney ekseni denen ülkeler de siyaseten Türkiye’yi savunup Hollanda ya da Almanya’yı eleştirecek halde değiller. Fransa’da örneğin cumhurbaşkanı ya da partisi “Türkiye haklı” mealinden bir açıklama yapsa, hiç kuşkum yok ki Irkçı parti başkanı bir sonraki cumhurbaşkanı olur.
Dolayısıyla “kazanılabilecek” eksendeki ülkeleri kısa zaman içinde Türkiye lehine tutum almaya zorlamak, sonuç almayı zor hale getirebilir.
Bu türden akılcı girişimler yarına yatırım anlamına gelir; bununla birlikte yatırımlara gerek olmadığı da savunulabilir. Ancak öngörmek gerekir ki, bir sonraki dönemde adı geçen ülkelerin girişimiyle Türkiye’nin Avrupa kurumlarından çıkarılması dillendirecek; bundan beteri Türkiye havlu atıp ayrılmaya zorlanacak.
Türkiye’yi kendi isteğiyle Avrupa kurumlarından ayrılmaya zorlamak, Türkofobik kesimlerin hiç bir maliyete katlanmadan Türkiye’den kurtulması anlamına gelir.
Türkiye, her bölge ile normalleşmiş ilişkiler inşa edecekse ki esas beklenti bu yönde, o zaman “karşı tarafın” yapıcı girişimde bulunabilecek kesimlerinin ulaşması için kapıları aralık bırakmak gerekir.