İnsanlık tarihi boyu insanlar tekil ya da toplu olarak çok yer değiştirdi, büyük göçler de yaşandı ama göçmen, mülteci, yerinden edilmek, iltica etmek gibi kavramlar modern zamanlara ait kavramlar mı? Hukuku sonradan mı oluştu?
Bu kavramlar da insanlık tarihi kadar eski. Dini metinlerde bile onlara özel hükümler vardır. Yükümlükleri özeldir, ibadetleri özeldir. Her durum kendi hukukunu da oluşturur. Göçmen ve mülteci ayrı statülerdir. Göçmen bir nedenle ama kendi iradesiyle yer değiştiren kişiye denir. Ama mültecilik farklı. Mülteciler zorlayıcı nedenlerle, savaş, terör, tabi afet gibi nedenlerle yer değiştiren kişidir. Suriyeliler gibi.
2. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRAKİ EN BÜYÜK GÖÇ
Şu an yaşanan büyük kitlesel hareketler eskisinden farklı peki?
Şu an yaşanan durum İkinci Dünya Savaşından sonra yaşanan en büyük göç akımı olarak tanımlanıyor. Türkiye de en büyük yükü taşıyan ülke. Sınır ülke olduğu için. 3 buçuk dört milyon gibi büyük bir kitleden bahsediyoruz.
GÖÇMEN VE MÜLTECİ STATÜSÜ FARKLIDIR
Mülteci tanımını çoğu ülke özellikle kullanmak istemiyor çünkü devletlere bazı farklı yükümlülükler yüklüyor deniyor, öyle mi?
Mültecilik bir statüdür ve devletlerin isteği bu tanımda önemli değildir. Şu an biz diyemiyoruz çünkü Cenevre sözleşmesinde coğrafi itirazımız çekincemiz var. Biz doğudan göçmen mülteci kabul edemiyoruz. Diyebilirsiniz ki bunun ne hükmü var? Sonuçta 3 buçuk milyon Suriyeli burada ve bir mülteci gibi de haklardan faydalanıyorlar. Eğitim, sağlık gibi pek çok alanda hizmet alıyor. Ama adına mülteci değil geçici koruma diyoruz.
CENEVRE SÖZLEŞMESİ GEREĞİ ‘MÜLTECİ’ DİYEMİYORUZ
Cenevre sözleşmesine konulan çekincenin nedeni neydi?
1971’de sözleşmeye böyle bir şey konulmuş, doğudan gelenlerle ilgili. Bugün uluslararası toplum da tartışıyor, biz de kendi içimizde tartışıyoruz. Ama sonuçta siyasi irade yönetiyor göçü. Bu açıdan siyasetçiler olarak Cenevre Sözleşmesinin bağlayıcılığı devam ediyor bizim için. Yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar da devam edecek.
TÜRKİYE’NİN YAPTIĞINI HİÇ BİR DEVLET YAPAMADI
Siz Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesisiniz ve Göç, Mülteciler ve Yerinden Edilmiş Kişiler Komisyonunda da başkan yardımcılığı göreviniz var. Başkan yardımcısı seçildiniz ve bunu raporlaştırmayı önerdiniz?
Komisyonda Avrupa’da göçmen çocuklarla ilgili zaman zaman uzmanları, bürokratları, sivil toplumdan insanları dinliyoruz. Sunumlardan edindiğim intiba şu oldu. Böyle büyük dramatik bir sorun var, çocukları, göçmenleri, kampları konuşuyoruz ama tuhaf biçimde kayıp göçmen çocukları konuşmuyoruz, kimse bu konuda bir şey demiyor, dehşete kapılmıyor ve sorunla ilgili başlık açılsın diye öneride bulunmuyor.
Farklı ülkelerin farklı gündemleri var ama göç dünyanın gündeminde çok yoğun olarak yer almaya başladı. Bizim ülkemiz de Suriye iç savaşından sonra büyük bir yük aldı, gelen Suriye sayısı arttıkça durum daha zor, dramatik bir hal aldı ve önemli bir gündem oldu göç-göçmen meselesi. Dolayısıyla Avrupa Konseyinde 47 ülkenin parlamenterleri var ve ülkelerin bu konuda yaptıklarının paylaşıldığı bir arena. Ben de ülkemizin bu alanda yaptıklarını anlatıyorum, diğer milletvekili arkadaşlarım gibi. Komisyonda çalışırken konuya ilginiz, katkınız önemli oluyor. Benim mensubu olduğum grup başkan yardımcısı olarak önerdi, komitede yapılan seçimle de üç yardımcıdan biri olarak seçildim. Bu da ülkem adına sevindirici bir durum çünkü dünya üzerinde göç ile ilgili herhangi yerde konuşuluyorsa Türkiye’den biri mutlaka olmalı orada, Türkiye’nin yaptıklarını anlatmalı.
AVRUPA’DA 10 BİN-25 BİN MÜLTECİ ÇOCUK KAYIP
“Avrupa’da kayıp göçmen çocuklar” dediğimizde neden bahsediyoruz? Sayısı, tabiyeti, akıbeti belli mi?
Hayır. Bu çocukların sayısı, akıbeti bilinmiyor. Uzman sunumlarında beni özellikle Europol’ün aktardıkları etkiledi. Bu konu medyaya da yansımıştı. Buna göre Avrupa genelinde 10 bin ile 25 bin arasında kayıp göçmen çocuk var. Bu çocukların kaydı bir yerde Avrupa’ya girerken tutulmuş ama sonrasında nerede olduğu bilinmiyor. Kimin elinde nerede bilinmiyor. Organ mafyası mı, fuhuş mu, insan tüccarları mı bilinmiyor, bunlar ihtimaller. Kimse ne sayıyı biliyor, ne akıbetlerini. Ardından Kızılhaç gibi uluslararası örgütlerden sunum dinledik ama kimse gerçekten bilmiyor.
REFAKATSİZ, KİMSESİZ BİNLERCE ÇOCUK KAYIP
Aileleriyle birlikte mi kayboluyor bu çocuklar yoksa tek başlarına giriş yapıyorlar Avrupa’ya ve bu şekilde mi kayıplara karışıyorlar?
Büyük çoğunluğu refakatsiz. Ebeveyni yok, yanında bir refakatçisi yok. Bunlar tek başlarına çocuklar. Ama hakikaten bir şey bilinmiyor ve bu raporun hazırlanmasını teklif ederken amacım da oydu. Kurumları, polis örgütlerini işin içine katalım ve durumu raporlaştıralım. Aslında işin güçlüğünü de şu anda tam bilmiyorum. Çünkü polis örgütlerini davet ettiğimizde onların konuya nasıl yaklaşacağı, nasıl bilgiler vereceği de belirsiz.
EUROPOL BİR KEZ AÇIKLADI, SONRA SUSTU
Europol’ün tek açıklaması 2015-2016 yılını kapsıyordu, 10 binin üzerinde mülteci çocuk kayıp dedi. Ama sonrası gelmedi. 2018’i bitiriyoruz. Neden devamı gelmedi? Baskı mı oldu Europol’e “yeni yükümlülükler çıkartma başımıza” gibi? Sonuçta Avrupa kıtası mülteci konusunda çok isteksiz?
Bence bu çok garip bir durum. Çok fazla gariplik ve bilinmezlik var zaten işin içinde. Sonrasında da çok geniş örgütü olan Kızılhaç, olayın çok dehşetli boyutlarda olduğunu söyledi ve “bu konuda bildiğimiz tek şey, hiçbir şey bilmediğimiz” şeklinde bir açıklama yaptılar. Dolayısıyla biraz daha işin içine girmek için Missing Children bir sunum yaptı. Avrupa’da aslında sivil toplum örgütleri işin içinde. Ben bunu memnuniyetle karşılıyorum. Ama hepsi bu işin dehşet boyutlarda olduğunu söylüyor ve orada kalıyor.
İHTİMALLER KORKUNÇ AKIBETLERi BELİRSİZ
Bu akıbet şunu da kapsıyor mu? Çocuklar hayatta olsa da suç örgütlerinin terör örgütlerinin eline düşebilir ve on yıl sonra bambaşka insanlar olarak, çeşitli suçların içinden çıkabilirler mi?
Elbette. İhtimaller korkunç, akıbet belirsiz şu an. Terörden bütün devletler rahatsız, lanetliyor ama bu puslu havalarda neler olduğunu da bilmiyor. Bu bilinmezlik yarını da tehdit ediyor. Yapamadıklarımız karşımıza başka sorunlar olarak çıkacaktır. Göç, mülteci sorununa palyetif tedbirler dışında çözümler üretmezsek karşımıza belki de terör, uyuşturucu, yabancı düşmanlığı, İslamofobi olarak çıkacaktır. İnsanlar, devletler bencilse bile, sadece kendi devletini, ulusunu, çocuklarını düşünüyorsa bile bu sorunlara kalıcı, insani çözümler üretmek zorundadır.
“200 DOLAR VERELİM AVRUPA’YA GELMESİNLER”
Avrupa’da aşırı sağın, yabancı düşmanlığının geldiği nokta insanı ürkütüyor, özellikle kimsesiz mülteci çocukların başına gelebilecek kötülükleri düşününce. Komisyon üyesi Avrupalılar da ürküyor mu bundan?
Bir kısmı evet, haklarını yiyemem. Ama mesela Polonyalı bir parlamenterle diyalogumuzu aktarayım. Dedi ki “Avrupa’da hizmet maliyetleri çok yüksek. Biz göçmenleri buraya alacağımıza kişi başına 200 dolar verelim Ürdün’de Lübnan’da Türkiye’de kalsınlar”. Dehşete düştüm. Bu insanlar göçmen değil, mülteci. Savaştan, ölümden kaçıyorlar can havliyle.
YAŞAMIN FİYATI OLMAZ
İnsan yaşamına fiyat biçmiş. “Aman rahatımızı bozmasınlar, 200 dolar bir şey değil” diye düşünüyor. Ürdün, Lübnan küçük devletler. Türkiye Allah’a şükür kocaman ve güçlü bir ülke. Zaten açık kapı politikası uyguluyor. Cevaben “insan hayatına fiyat biçtiğiniz için ayıplıyorum sizi” dedim. O zaman Alman bir parlamenter söz aldı ve “Türkiye 3 buçuk 4 milyon Suriyeliye bakıyor, kuşkusuz Türkiye’nin birçok şeye ihtiyacı vardır ama ekstra mülteciye ihtiyacı yok, herkes üzerine düşeni yapsın” dedi.
Maliyet hesabı yapan Avrupalı kafa nasıl bir yanlışa düşüyor sizce?
İnsan hayatının fiyatı maliyeti olmaz. 200 dolar hesaplıyorlar ama biraz daha geç kalırlarsa çok büyük maliyetle karşılaşacaklar aslında. Tarihte her dönemin bir özelliği vardır, bu dönem de göçmenlerle anılacak. Teknoloji gelişti, imkanlar çok arttı ama insanlığımız giderek azalıyor. Türkiye bu anlamda tarihi bir iş yapıyor. Her platformda zaten bunu kabul etmek zorunda kalıyor aksini iddia edemiyorlar.
RAPORUMUZ AİHM’E DAYANAK OLUR
Çözüm için nereden başlamak lazım sizce işe?
Raporların bir yaptırımı yok ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına dayanak teşkil ediyor, bir alamda Avrupa’nın yasaları oluyor. Çünkü bu, tam bir parlamenter faaliyet aslında. Yani yasaması, yürütmesi ve yargısı olan bir mekanizma bu. Ben de orada bir milletvekili olarak orada böyle bir rapor hazırladığım zaman bu rapor Konsey’in kaydına girecek ve AİHM’ne günün birinde böyle bir başvuru yapıldığında bir dayanak, hakimlerin kararlarına bir mesnet teşkil edebilecek.
MEKANİZMA GÖZDEN GEÇİRİLMELİ
Hazırlayacağınız rapor kamuoyuna yansıdığında Avrupalı hükümetler üzerinde baskı oluşturur mu, kayıp çocuklar için çalışmak yönünde?
Kuşkusuz. Avrupa Komisyonundaki parlamenterlerin tek aracı da hazırlanan bu raporlar aslında. Değerli bir şey o anlamda. Ama şu anda asıl amacımız kamuoyu oluşturmak. Çünkü konuyla ilgili her konuşan “boyutları çok büyük, farkındalığı çok küçük” diyor. Ayrıca bu kadar çocuk kayıpsa eğer, mekanizmada da sorun var demektir. Dolayısıyla mevcut sistemin mutlaka gözden geçirilmesi gerekir.