Son sözü baştan söyleyeyim: Eğer, Türkiye’nin iç siyasetine küreselci/neo-liberal politikaları “Avrupa desteğinde” zorlamayı düşünenler varsa, umutlanmasınlar, Avrupa’nın kendi dertlerinden başka bir coğrafya ile uğraşacak hali yok!..
Paniklerini anlıyorum.“Avrupa bizi Erdoğan’a karşı yalnız bırakmamalı” açıklamalarını da...
Ama Fransa’nın konfora alışmış sokaklarının hayli sakinliğinde ayak seslerimi dinlerken, bu insanların dünyanın merkezine koydukları “bencillikleri” nedeniyle kimseyle uğraşacak halleri olmadığını anlayabiliyorum.
Belki de, kadim siyasi kültürleri nedeniyle, aslında kendilerinin adım adım bir “küresel tuzağa” çekildiklerini fark ediyorlar ve her geçen gün biraz daha kendi içlerine çekiliyorlar.
Belli ki, 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerika’nın sağladığı “kalıcı güvenlik garantisi”nin son dönemecine girdiklerini anlamış durumdalar, NATO dışında bir “Avrupa ordusu” kurma telaşı bundan kaynaklanıyor.
21’nci yüzyılın önümüzdeki 20 yılında dünya ekonomisinin ana merkezinin Asya-Pasifik hattına kayacak olması, alıştıkları zengin yaşamın “orta halliye” dönüşmesi sinyallerini veriyor.
İngiltere’nin ayrılması ve aşırı sağcı partilerin hızlı yükselişi ile geleceği sorgulanan Avrupa Birliği’nin “ortak şemsiye” gücünün kalıcılığını ise bugünden kestiremiyorlar.
Fransa’nın “küreselci” genç Cumhurbaşkanı Macron’un, Sorbonne Üniversitesi’ndeki konuşmasında “daha hızlı karar alan” Avrupa Birliği için bugünün 28 üyeli Avrupa Konseyi’ni tekrar 15 üyeye indirme teklifi bile, bu kıtada yaşanılan siyasi paniği anlatmaya yeterli...
“Yönetim mekanizmaları”bir kez daha daraltılan, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle bünyeye alınan “yeni üyelerin” biraz daha dışlandığı bir formülden söz ediyoruz. Belki de bu nedenle Avrupa, AB’nin ortak değerlerinden uzaklaştıklarını izledikleri Polonya ve Macaristan’a ses çıkarmıyor, kıtanın doğusundaki gelişmeleri “kendi haline bırakmış” gözüküyor.
'Siyasi küreselleşme' tartışması
“Ekonomik küreselleşmenin”doğal uzantısı olarak kabul edilen “siyasi küreselleşme”nin insanlığın ortak refahına ne getireceği, yalnız Ankara veya Moskova’da değil, günümüz Avrupa başkentlerinde de büyük bir soru işareti. “Ekonomik küreselleşme”, dünya servetinin yüzde 52’sine tek başına sahip yüzde 1’lik bir sınıf oluşturdu, liberallerin “demokrasi-ilerleme-barış” kavramlarına dayandırdıkları ilkelerinin ise büyük bir hayal satma olayı olduğu anlaşıldı.
Dünya nüfusunun yüzde birinin, geri kalan yüzde 99’dan zengin olduğu bir dünyada, demokrasi bir sahteciliğe döner, ilerleme sağlanamaz ve giderek bütün devletler savaştan söz eder.
Bu nedenle; Avrupa’da aşırı sağın yükselişini tek başına “İslam düşmanlığına” veya “mülteci krizine” bağlamamız çok zor, bu hareket, aslında “siyasi küreselleşme” fikrine karşı “ulusal devlet”e sığınan tepki kimliği taşıyor.
Emperyalizmin 1991’den bu yana zorladığı “ekonomik küreselciliğin” insanlığı getirdiği yıkım noktası, aynı güçlerin kontrolündeki “siyasi küreselciliğin” özellikle hazırlıksız/güçsüz uluslar için ne kadar büyük bir tuzak olduğunu göstermesi açısından önemli.
Bunu, “zengin” dediğimiz Avrupalılar düşünüp, oylarıyla aşırı sağı güçlendiriyorlarsa, diğer coğrafyaların çok daha dikkatli olması gerekiyor.
Avrupa da minderden kaçmayacak
Erdoğan’ın AB’ye dönük “minderden kaçacak olan biz değiliz” sözlerine orta vadede bile net bir yanıtın geleceğini sanmıyorum.
Bir yanları, Ortadoğu’ya sıcak sınırları olan, kendi içindeki ihanetleri temizleyen Türkiye’den uzak durmayı tercih etse de, diğer yanları, geleceğin dünyasında Türkiye’siz yapamayacaklarını anlıyor.
İngilteresiz AB’de kuşkusuz ana çekirdek Almanya-Fransa hattı, gördüğüm, Fransa, bu hattın yeniden güçlenmesini sağlarken, “eşit ortaklık” seviyesini de garanti altına almak, Almanya’nın AB’yi “kullanan” kimliğini sarsmak istiyor. Merkel’in Türkiye’ye dönük sert önlem talepleri, bu yüzden Paris’ten döndü. Fransa, İngiltere’nin Türkiye ile geliştirdiği sıcak ve uzun vadeli ilişkileri AB adına dengelemenin de stratejisini oluşturmuş görünüyor. AB’nin “Akdeniz kuşağı” ise Türkiye’yi küresel denklemde doğrudan yanında görmek istiyor.
Beyaz Türkler’in net olarak bilmesi gereken gerçek, kimsenin, Türkiye’yi Avrupa’dan koparmadığı, bunca yılın zorlu deneyimlerinden sonra bir kez daha “kimlik arayışına” girmiş Avrupa’nın Türkiye kararını beklediğidir...
Avrupa için zor bir dönem... Siyasi kadroları çok zayıf ve dünyanın başka coğrafyalarının sınırlarını çizdikleri günlerdeki güçten hayli uzaktalar...