“Dindar gençlerin dinden uzaklaşıp Allah’a yaklaştığı” şeklinde devam eden bir tartışma var malum. Bu popüler söylentiye göre dindar ailelerin imam hatip liselerine giden çocukları ya yaratıcı kudret olarak Allah’a inanıyor ve fakat Peygambere inanmıyormuş ya da hepten ateistmiş.
Bir süredir dipten giden cılız tartışma aniden öyle köpürtüldü ki sonunda siyasetin gündemine taşındı. Önce, geçen hafta Bahçeli konu edip eleştirdi dolaşan haberi. Sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ı kürsüye çağırıp bilgi aldı, tepki verdi.
Söylentiler Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun başörtülü kızlar deist oluyor demesiyle başladı. Konya’da iki derneğin olağan bir çalışması “MEB deizme karşı alarma geçti” şeklinde çarpıtılınca olanlar oldu. Sosyal medya coşturdu. Ardından gelsin haberler, yazılar, TV yayınları. ÖNDER İmam Hatipliler Derneği sağduyu çağrısı yaptı, Diyanet İşleri Başkanı konuştu. Başkan sanki “dince sapkın” demek isterken sözleri “cinsel sapık” gibi anlaşılınca tartışma ekseninden iyice saptı.
Velhasıl konuyla tanışmamış geniş çevrelerde şaşkınlık yaşandı, muhafazakâr ailelerde panik. “Ya benim çocuğum da...” diye başlayan bir endişe. Çocukları ekstradan gözlem altında tutma ihtiyacı… Laik, seküler çevrelerde bir oh olsun hali. Elitist ateist örgütlenmelerde ise kendine pay biçme fırsatçılığı…
***
Öyle ya da böyle verilen tepkiler, durumu değiştirmez ama şiddetlendirebilir. O yüzden paniğe değil sükûnete ve aklıselime, en çok da sevgiye ve elbette imani sarsıntı yaşayan kişiye inanmaya ihtiyaç var.
Şu ana dek yapılan tartışmalarda gözlemlediğim en büyük hata, tekil vakaların genele teşmil edilmesi oldu. Azımsanmaması gereken ama genele oranlandığında az olan vakalar üzerinden genel ve keskin hükümler verildi. İktidar partisiyle sorunu olanlar faturayı AK Parti’ye kesmeye kalktı, dinden yahut dindarlardan hazzetmeyenler muhafazakar insanlara yüklendi. Cümlelerde gizlenen öznenin Erdoğan olduğu ise kolaylıkla anlaşılıyordu.
Oysa sosyolojik-psikolojik bir olguyu ve algıyı o olgunun-algının ciddiyeti gereğince tartışmak gerekir. İyi niyet ve meseleyi dertlenmek bunu gerektirir.
***
Peki, dindar gençler arasında deizmin yayıldığına dair sağlıklı bir bulgu var mı?
KONDA’nın 2010’da yüzde 2.3 olarak bulguladığı Türkiye’de ateist oranı 2015’te 2.9’a yükselmiş. Ama denekler dindar gençler değil toplum geneli. Haziran 2017 tarihli MAK etiketli bir araştırma deizm şehirlerde yüzde 6 derken Themis adında adı duyulmamış bir şirket 2016’da oran 6,6’dır demiş. Yine ölçek ne gençler ne dindar gençler, genel manada toplum geneli.
Bu üçü dışında bir araştırmaya ise ben rastlamadım. Kamuoyu araştırmalarında araştırma motivasyonu, deneklerin seçimi ve soruların formülasyonu sonucu belirlemede etkilidir. O açıdan, buraya bir mim koyuyor ve yüzde 6’lık oran doğruysa bile “deizm dindar gençler arasında yayılıyor” iddiasını desteklemediğini, tekil tanıklıkların genel ve yaygın bir durum gibi sunulduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum.
***
Öte yandan konu, imam hatipliler dünyasında hiç yok da denemez. Nitekim özellikle bunu dert edinen ve gençlerin böyle bir modaya kapılmasını engellemek için çabalayanlar var.
Çağın ve konjonktürün şüphesiz her yaş grubundan insanda olduğu gibi gençler üzerinde de bir yansıması var. Hatta gençler hem birey olarak var olma ve bunu kabul ettirme mücadelesi verdikleri, hem de hemen hemen her insanın hayatının bir evresinde yaptığı gibi varoluşsal sorgulamalara giriştikleri için, kendilerini bir an boşlukta bulmaları doğal sayılmalıdır.
Mühim olan onların içine doğdukları Müslüman toplum içinde, “atalarının dinine ezbere tâbi” olmak yerine, kendi özgür iradeleriyle Müslüman olmayı seçmeleridir.
Bunun için gerek şart, özgür bırakılmak, baskılanmamaktır.
Dinin yanlış yorumları, kötü temsilleri, anakronik içtihatlar, havada uçuşan ve insanı utandıran saçma fetvalar boğabilir çocukları. O yüzden o yüzde 6 da dinden çıkmak değil yanlış yorumlardan kaçmak istemiştir muhtemelen.