Ortadoğu’da besleyip büyütülen rejimlerin yarını garanti değil. Arap Ayaklanmasından beri 100 yıldır süren yanlışlar çölde gömülü.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 100. yıldönümündeyiz, ama Ortadoğu’da 1. Dünya Savaşı hala sürüyor. Savaşın en yeni aşamasında ABD, stratejik değeri kuşkulu bir çabayla, bölgede İran karşıtı ittifak kurmaya çalışıyor. Bu ittifakın çekirdeğinde İsrail ve Suudi Arabistan var. Arap NATO’su diye anılan ittifak, Suudi öncülüğünde 6 Körfez ülkesi, Mısır ve Ürdün’den oluşacaktı. Perde gerisinde de İsrail duracaktı.
Son 70 yılın Ortadoğu tarihi, Kağıttan Kaplan statüsünde çok sayıda ittifakla geçmiştir. Bu son deneme de sığ sularda karaya oturmak üzereydi. Son durumda Cemal Kaşıkçı suikasti, ittifakı dağıttı. En basitinden, kendisini ittifak başkanı gören Suudi Veliaht Prensi’nin, değil askeri, protokol görevleri bile yapamayacağı anlaşıldı. Mesela bu ara ABD kamuoyu tepkisi nedeniyle Washington’a gidemiyor. Washington’a gitmeden de NATO olunmuyor.
Kaşıkçı soruşturma sonuçları Ortadoğu’yu sarsacak boyut taşıyor. İran derken, Suudi rejim değişikliği gündemde.
Suudi’de veliaht değişikliğinin, ülkenin ABD’ye sadakatinde değişiklik yapıp yapmayacağı konusunda ABD kurumları arasında görüş ayrılığı olduğu anlaşılıyor. 70 yıllık sadakate, ABD ile çok derin ekonomik-askeri bağlara rağmen, ABD’nin Suud’dan emin olmaması, hayli çarpıcı. Mısır’da da Sisi’den emin değiller. İran’da Şah’tan emindiler, sonra neler oldu... Rejimlerin yüzde yüz kontrolü artık mümkün değil. Sadece kısmen, sınırlı sürede kontrol mümkün. Ancak yarının garanti olmaması, çok çarpıcı. Bu kadar yatırım yap, para harca, adam yetiştir... Sonra beceriksizlik sonucu bir gecede hepsi berbat olsun... Çekilir şey değil!
Arap NATO’suna gelince... Bu Suud ile NATO olmayacağı anlaşılıyor. Katar’a haksız abluka, Körfez’deki uyumu zaten bozmuştu. İran konusunda Oman ve Kuveyt çok uca gidilmesini istemiyor. Ayrıca bu ülkeler, Suud baskısından bunalmış durumdalar.
Her NATO’ya bir düşman lazım olduğu gibi, Arap NATO’sunun düşmanı da İran. Ancak bölgede doğrudan İran’a cephe alanlar, İsrail ile Suudi Arabistan. Bu iki ülke, kendi adlarına ABD’nin İran’a saldırması için hayli iştahlılar. İran’ın işgal edilemeyeceğini biliyorlar, ancak İran’ın sanayi ve nükleer altyapısının bombardımanla dağıtılması ve rejim değişikliği, esas plan. Böyle bir süreç sonucu İran’ın parçalara ayrılmasından, İsrail ve Suud memnun olacak.
Bölgede yapılan yanlışlar, günümüz yanlışlarını tetikliyor. İngiltere’den Boris Johnson bu yorumlarda haklı: İsrail’in 1982 Lübnan işgali, Hizbullah’ı yarattı. ABD’nin 2003 Irak işgali İran önündeki seti kaldırdı. Suudi Arabistan’ın 2015 Yemen saldırısı, İran’ın Yemen etkisini artırdı. Suriye’de çok şikayet edilen İran etkisi, Batının Suriye’deki kaypaklıklarının sonucudur.
Şimdi Kaşıkçı cinayeti, bölgede yeni sarsıntılar tetikliyor. Bu deprem, belki ertelenir, ama mutlaka gelir. Peki Arap NATO’su? Askeri ittifakların tek dayanağı vardır: ‘Birimiz hepimiz için, Hepimiz birimiz için’... Bu ilke, gerçek NATO’da bile işlemezken, çakma NATO’da hiç işlemez. Kağıttan Kaplan İran’ı ürkütmez. Ama İran’dan ürkenler daha fazla silah alır, belki daha çok söz dinler. Trump için de esas mesele budur.
Arap Ayaklanmasının paslı kalıntıları
Osmanlıdan kopuş sürecinde ‘Arap Ayaklanması’ denen bölge isyanının kalıntılarını araştırması için Oxford Üniversitesinin arkeologlarına Ürdün bir proje vermiş... Ayaklanmanın izlerini, kalıntılarını 100 yıl sonra arkeologlar araştırıyor... Arap Ayaklanmasının izleri demek, çölde dağılmış demiryolu hattı, varsa paslı vagonlar, izi belirsizleşmiş telgraf hatları, erken model otomobil kalıntıları ve artık haritalarda görülmeyen unutulmuş yıkık menfezler ve hala kullanılan müstahkem mevkilerdir. Osmanlının yaptığını, İngiliz desteğindeki Arap kabilelerin yıkmasıdır. Arap Ayaklanması, tarihi bir kandırmacanın petrole ve çöl kumuna bulanmış yanılsamasıdır.
Ekim 1915’te McMahon Şerif Hüseyin ile ‘Osmanlının bırakacağı yerlerin Araplara verilmesinde’ anlaşır. 1916’da ise Sykes ve Picot gizlice sömürge sınırlarını çizer. Araplara verilecek bir şey yoktur.
Arap ayaklanmasını Lawrence örgütlemiş, ancak iddia ettiği gibi dev isyan boyutuna getirememişti. İngiliz Genelkurmayı Lawrence’ın Arap kabileleri oyalamak ve Osmanlı ordusunu rahatsız etmek görevini yaptığını, esas savaşı ise düzenli ordunun kazandığını düşünür. Akabe’nin düşmesi ise gaflettendir.
Ürdün’deki enkaz bulma çalışmalara katılan arkeologlardan John Winterburn’ün verdiği daha ilginç bilgiler var.
Savaş teknolojinde çoğu ‘ilk’, İngiliz-Osmanlı cephesinde yaşanmıştır. İngiliz keşif uçaklarının uçuşlarına karşı Osmanlı da Alman destekli uçaklarla keşif yapmıştır. Sonra hava bombardımanları gelir.
Ağustos 1917’de Osmanlı Hava Kuvveti Maan’da üslenmişti ve Hicaz Demiryolunu havadan korumaya çalışıyordu. Akabe’deki İngiliz garnizonuna hava saldırıları da yapılmaktaydı.
İngiliz de Maan’a Filistin’deki pistlerden saldırmıştır.
Arkeolog, Osmanlı ordusunun telgraf kullanımının, bir ilk olduğunu söylüyor: Sultan Abdülhamid, 1889’da Şam’ın güneyinden Mekke-Medine’ye, oradan da Yemen’e bir telgraf hattı kurulmasını irade buyurur. Hat, Şam üzerinden, Ürdün’e, oradan Hicaz’a uzanır. Ancak Yemen’e gidemez. Bölgedeki kabilelerin engellemeleri sonucu hat Medine’de kalır. Ancak Osmanlı her durumda Balkanlar, Anadolu dahil ulaşabildiği yerlere 27 bin km telgraf hattı kurmuştur. Telgraf imparatorluktur.
Telgraf hattı, Osmanlının kontrol gücünün ve hakimiyetinin sembolüdür. Kabileler ise telgraf direklerini devirip telleri keser. Osmanlı idaresine karşı gelmenin sembolüdür, direk yıkmak.
Yine Hicaz Demiryolu, Osmanlı’nın dış saldırıya direnme çabasıdır. Demiryolu boyunca telgraf direkleri uzanır.
İngilizlerin Gazze-Filistin kıyısından Kudüs - Şam hattına saldırısında Rolls Royce şirketinin geliştirdiği zırhlı otomobiller kullanılmıştır. Savaş alanında ilk zırhlı mekanize birlik hücumlarıdır. Bu araçlarla Mart-Nisan 1918’de Hicaz demiryolunu izleyerek Kuzeye, Halep’e kadar geldiler.
İngiliz arkeolog, çöl kumu altında bu zırhlı araçlardan kalmış olabileceğini, bir tanesini bulma hayali kurduğunu anlatıyor.
Sap saman kullanmadan kerpiç yapmak
Önce İngiltere, Sonra ABD’nin Ortadoğu’da ‘ittifak’ kurma çabalarının 70 yıllık geçmişi var. Bu gruplamalar ateş karşısında denenmemiş, sığ havuz gruplamalarıydı. Ateş karşısında denemeye gerek yoktu, çünkü dağılacakları zaten biliniyordu. 1950’de ABD Dışişlerinin bir yetkilisi, bölgede ittifak oluşturmanın, ‘sap, saman kullanmadan kerpiç yapmakla’ aynı olduğunu söylemişti. ABD bölgeden tuğla ya da briket çıkmayacağını bilecek kadar gerçekçiydi.
Üçlü Bildirge - 1950: ABD, İngiltere ve Fransa, İsrail’in 1948’de kurulmasını ve 1949 Arap-İsrail çatışmasından sonra bölgedeki mevcut durumu, yani İsrail’in varlığını bu anlaşmayla güvenceye aldılar. Sonraki bütün bölgesel oluşumlara gölgesini vuran temel anlaşma budur. Sonraki bütün bölgesel oluşumlar da İsrail ve petrol alanlarının korunması odaklıdır. Ancak bu planlarda İsrail’in adı geçmemiştir.
Ortadoğu Komutanlığı: 1945-50 arasında İngiltere’nin Türkiye-Mısır-Arap Yarımadası-İran’ı kontrol eden gücü. Sonra bölge ve komutanlık ABD’ye bırakıldı.
Ortadoğu Savunma Teşkilatı MEDO: 1950-52: ABD’nin, İngiltere’den devraldığı arazi için düşündüğü teşkilat. Süveyş Kanalı ve Arap petrol alanlarının korunması odaklıydı. Bu alanın Kuzey hattını Rusya’ya karşı Türkiye İran ve Pakistan tutacaktı. Teşkilata Türkiye de öncülük etti. Ancak Mısır-Nasır ABD’yi istemiyordu. Plan yürürlüğe girmedi, dosyalarda kayboldu.
Bağdat Paktı 1955: Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere tarafından kuruldu. 1959’da Irak’ın Krallığı Nasır-Baas subaylarınca devrilince Bağdat, ittifaktan çıktı.
CENTO: En azından adı NATO’ya benziyordu. 1959 darbesiyle Bağdatsız kalan Bağdat Paktı Ankara’ya taşındı ve Türkiye-İran-Pakistan yan yana durunca, Kuzey hattı yeniden kuruldu. İngiltere ve ABD, ağabey rolü üstlendiler. CENTO, 1979 İran Devrimi ile sona erdi. 1979’dan beri de soru ‘İran’ı ne yapacağız’ oldu.