Obama deniz aşırı ilk yurt dışı seyahatini Türkiye'ye, ikincisini ise Mısır'a yapmıştı. İslam dünyasına, Arap sokağına şahane mesajları vardı Obama'nın. Kahire Üniversitesi'ndeki tarihi konuşmasına Besmele ile başlamış, adeta Bush'un kötü hatıralarını unutturacağını vaat etmişti. İsrail'e korumalık yapan Mısır'da "Filistin devleti konusundaki baskımız devam edecek; İsrail, Filistin'in mevcudiyet hakkını tanımalı" demişti. İran'a işbirliği çağrısı yapmış, Guantanamo üssünün kapatılacağını söylemişti.
Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada "Bu ziyarettin ardından ABD ve İslam dünyasının ilişkileri yeniden tanımlanacak" deniyordu.
Obama Mısır'daki konuşmasında, daha önce ziyaret ettiği Türkiye'den de bahsetmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; Barack Obama'nın, verdiği mesajlarla dünyada bir "iyimserlik havası" estirdiğini söylüyordu.
***
Arap Baharı işte bu "liberal iyimserlik" havasında başladı.
Ne yazık ki Obama'ya avans olarak verilen Nobel Barış Ödülü'nün faturasını Müslüman halklar ödedi, ödemeye de devam ediyor.
İyimserlik havası kısa sürede dağıldı, Arap Baharı ile başlayan süreç Sisi darbesiyle durduruldu, Suriye iç savaşıyla tüm bölge için istikrasızlık kaynağı haline getirildi.
Obama gitti. Yerine gelen Trump ilk seyahatini Suudi Arabistan'a yaptı. İran'ın yayılmacılığına imkan sağlayan Obama'dan farklı olarak karşı kutuptaki Suudi Arabistan'ı önceleyen ve İran'ı çevreleyen bir politika izleyeceğini zaten söylemişti.
Kılıçlarla icra edilen savaş dansı ve şu meşum küre fotoğrafından sonra Trump'a paraları bastıran Kral Selman, Körfez'deki uydu ülkeleriyle birlikte Katar’a büyük bir ambargo ve kuşatma başlattı.
Katar, Arap Baharı'na, İhvan'a, Hamas'a, Suriye muhalefetine destek veren ve tüm bu konularda Türkiye ile uyumlu olan tek ülke diyebiliriz.
Suudi Arabistan ve ABD, İran'ı terör devleti olarak görüyor. Bu durum, 380 milyar dolarlık silah anlaşması ve Trump'ın 19 trilyon dolarlık ülke borcunu Körfez'den çıkartma hayaliyle birleşince Sisi, Selman ve Trump'ın ellediği o küreden Katar'a ambargo kararı çıkıyor.
Suudi Krallığının kendi ömrünü böyle ne kadar daha satın alabileceğini öngörmek zor.
Biz başladığımız yere dönelim. Suudi Arabistan Mısır'da selefileri sekülerlerin peşine takıp Sisi darbesine imza atarak, Tunus'ta selefiler üzerinden gerçekleştirilen siyasi cinayetlerle Nahda'yı iktidardan uzaklaştırarak, Suriye isyanında muhalifleri destekliyor gibi gözüküp aslında muhalefete hizipçilik sokarak Arap Baharı'nın baş katili oldu.
***
Arap Baharı da büyük olasılıkla bölgeyi istikrarsızlaştırma senaryosu olarak yazıldı. Otoriter rejimlerin altında yönetime dahil edilmeyen halkların böylesi bir demokratikleşme cereyanına kapılması da zaten garantiydi. Zira yapısal sorunların güçlü liderliklerle çözülebileceğine inancın artığı liberal bir iyimserlik kaplamıştı her yanı. Arap sokaklarında Obama'nın, Erdoğan'ın, Mursi'nin fotoğrafları yan yana asılıyordu...
Arap Baharı belki de sadece önden verilmiş bir tatlandırıcıydı.
Mısır'daki darbe ile neredeyse eş zamanlı olarak Türkiye'de Gezi şiddeti başladı. Arkasından FETÖ'nün 17-25 Aralık kumpası, Kobani kalkışması, DEAŞ ve PKK'nın birbirine alan açan eylemleri, hendek terörü ve son olarak 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi...
Şimdi de Suudi Arabistan; İran, İhvan ve Hamas'ı desteklediği bahanesiyle Katar'ı Bahreynleştirmek istiyor.
Bunu başarsa bile akamete uğratılmış olan Arap Baharı'nın açığa çıkardığı siyasal ve sosyolojik enerjiyi yok edemeyecek. Darbeyle durdurduğu halkların yönetime el koyma iradesi, Suudi hanedanının kabusu olmaya devam edecek.