Küçücük çocuktum 1957 yılında dedem elimden tutup beni Milas'tan Muğla'ya götürdüğünde. Doğru dürüst yol mol yok; Amerikan yardımından kalma bir Willys cibin arta koltuğunda, hoplaya zıplamaya, midem bulana, başım döne döne gelmiştik Muğla'ya. Dedem beni kaptığı gibi çevresinde toplananlara nutuk atan bir adamın yanına götürdü. Adam dedemi görünce gülümsedi:
"Vay doktor gelmiş.. Bizim Ege'deki kalemiz şeref vermiş..."
Dedem beni eliyle itti; fısıldadı kulağıma:
"Çabuk elini öp.."
Ben adamın elini öptüm.
"Maşallah...torun mu bu??"
"Evet.."
Sonradan öğrenecektim adamın CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek olduğunu... Seçimlere az-biraz kala Ege'yi son bir kez dolaşmaya gelmişti. Milas'a dönerken dedem pek keyifliydi; "Bu kez seçimler bizim" diyordu ikide bir. Ancak dedemin tahmini pek tutmadı ve Demokrat Parti, 1950 ve 1954'ten sonra üçüncü seçimi de kazandı. Radyo seçim sonuçlarını verirken dedemin suratı bir karıştı; ikide bir anneanneme dönüp: "Kesin hile yaptı bunlar!" diyordu.
Anneanneminse keyfi yerindeydi; küçük kardeşi benim de büyük dayım Muammer Çavuşoğlu İzmir'den milletvekili seçilmişti bir kez daha; sonra da Ulaştırma Bakanı olacaktı. Acaba üç yıl sonra ellerine kelepçe vurulup Yassıada'nın yolunu tutacağını, oradan da Kayseri hapishanesinde bir kaç yıl geçireceğini bilse anneannem, onca sevinir miydi dayımın seçildiğine?
CHP sandıkta iktidar olamayınca, demokrasi nutuklarını unutup süngünün ucunda koltuğa oturuverdi. Ne var ki millet 1961 seçimlerinde onu bir başına iktidara getirmedi ve Adalet Partisiyle koalisyon kurmak zorunda bıraktı.
Bense rahmetli kardeşimle birlikte babamın yanına, Amerika'nın California eyaletine gitmiştim. Döndüğümde atmışlı yıllar uçup gitmiş yetmişli yıllar, Türkiye'ye kardeş savaşını getirmişti.
Ben askerde, Genelkurmay Başkanlığında çevirmen olarak görev yapıyordum 12 Mart günü ve 11 Mart gecesi Tercüme Şubesinde nöbet tutuyordum. Sabahın köründe diş fırçasının üstüne macunu sıkmış, fırçayı pipo gibi dişlerimin arasına sıkıştırmış yürürken birden, tuvaletin hemen önünde küt diye birine çarptım. Başımı kaldırıp baktım: Aman aman bu Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur Paşaydı! Darbe öncesi Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'la görüşmeye gelmişti. Diş fırçası ağzımdan uçup gitmiş, ben arkamı duvara verip hazırola geçmiştim ki, Paşa bana baktı:
"Aziz sen misin" dedi.
Paşa çok iyi arkadaşım Enis Batur'un babasıydı. Kaç kez evlerinde kalmış, yemek yemiş, sohbet etmiştik. Olmasa ne olurdu diye düşünmüşümdür. Herhalde: "Kırk katır mı kırk satır mı?" sorusu kulak zarımı patlatacaktı!
Derken gazetecilik yılları başladı. Bilgi Yayınevi, Tercüman Gazetesinde "Ara Nağmesi"başlığı altında köşe yazıları ve 12 Eylül sonrası Mamak Askeri Cezaevi günleri....
Artık anılar bitmiş acılar başlıyordu... Onları da başka bir gün anlatırım izniniz olursa.
Efendim yeni yıl size huzur, bereket ve mutluluk getirsin; her şey gönlünüzce olsun..