Yaklaşık, bir yıl önce... 11 Ocak 2017... ABD Dışişleri Bakanlığı eski Sözcüsü Mark Toner, kürsüye çıktı, gözümüzün içine bakarak şu açıklamayı yaptı: PYD, Suriye barış sürecinde mutlaka yer almalıdır. Bu süreç bütün Suriyelileri kapsamalıdır. Suriye Kürtlerini de... YPG alanda sesi olan bir örgüttür ve bu sesin, Suriye’nin geleceğinde de duyulması gerekir.
Açıklama, 2017 Şubatı’nda Cenevre’de başlayacak üçüncü tur görüşmelerden önceydi ve PYD-PKK ilk iki tur görüşmeye Türkiye’nin aktif müdahalesi sonucunda katılamamışlardı. Yine katılamadılar. Ama Toner’in açıklaması bir duruşu sergiliyordu ve Amerika’nın duruşu, NATO müttefiki Türkiye’nin en hassas olduğu konuda büyük bir pervasızlıktı...
Pervasızlık sürdü...
ABD, DEAŞ’la mücadele kisvesi altında PYD-PKK unsurlarına silah yağdırdı, müttefik oldu, ortak komutanlık kurdu, Türk F-16’ları Sincar’ı vurduğunda vurulan PKK kampında endişeli ve asık suratlı Amerikalı subayları teröristlerle birlikte keşif yaparken gördük...
ABD, 2018 yılında da PYD-PKK terör grubuna silah yardımını askeri bütçesine aldı. Neler yok ki, o listede... Binlerce Kalaşnikof tüfek, doçkalar, tank savar füzeler, havan topları... Zaten bugüne kadar verdikleri silahların bir kısmını ülke içindeki operasyonlarda ele geçirdik. Silah sevkiyatı sürdüğü taktirde yeni silahları PKK barınaklarında bulmamız normaldir.
Astana’da önemli çözüm...
Erdoğan son Soçi ziyaretindePutin ve Ruhani’nin yanında çok net söyledi. Barış sürecinin önemli bir halkasını oluşturması beklenen Soçi’deki Suriye Ulusal Kongresi’ne PYD-PKK unsurlarının davet edilmesi halinde, Türkiye’nin olmayacağını, Suriye’nin istikrarı için gösterdiği yoğun çabaların da duracağını ifade etti.
Cevap, Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrantyev’den geldi: Toplantıya PYD’nin katılması öngörülmüyor.
Astana’da bir adım daha atılıyor, Türkiye, Suriye Kürtlerini temsil edecek, teröre bulaşmamış, Suriye’deki Kürt halkının geniş desteğine sahip, bu nedenle PYD-PKK unsurları tarafından ABD‘nin izniyle baskı altında tutulup, sürgüne de gönderilen Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni işaret ediyor, kabul görüyor.
Gelişme, Türkiye’nin dediğinin olmasından çok daha önemli: Türkiye, bu tutumuyla, “gerçek” Suriyeli Kürtler’in, ülkelerinin geleceğinde söz sahibi olmasını destekliyor, meselenin bir “Kürt sorunu” olmadığını sergiliyor. Dünya, Türkiye’nin PYD-PKK çekincesinin milliyetçi bir yaklaşımdan değil, terörizmle mücadele ilkesinden kaynaklandığını da iyi anlıyor.
Zaten, Türkiye, komşularındaki “meşru” Kürt hareketlerinden rahatsız olsaydı, Barzani’nin son referandum serüvenine kadar, Kuzey Irak’taki Kürt Otonom Yönetimi’ni bu ölçüde desteklemez, o bölgenin fiili garantörü gibi davranmazdı.
Masaya eşit oturmak...
Türkiye-Rusya-İran arasında Suriye için kurulan üçlü mekanizmanın sağlıklı yürümesinin tek tılsımı var: Masaya oturan üç ülke de eşit.
O masada, kimse, diğerini istemediği bir konuya razı olmaya zorlamıyor, ikna edilemediyse, konu donduruluyor ve zamana bırakılıyor.
“Kalıcı kriz”kimliği kazanan Türkiye-ABD ilişkisinin kilitlenmesinin tek nedeni var: Amerika, Soğuk Savaş yıllarından gelen alışkanlıkla, Türkiye ile masaya eşit oturmayı bir türlü içine sindiremiyor. Türkiye’yi ikna edemeyeceği açık konularda, baskı, algı operasyonları hatta tehditlerle razı olmaya zorluyor.
Bu, sürdürülebilir bir ilişki değildir, sonu, tahmin edilemeyecek ölçüde sert bir kırılmaya yönelebilir.
Belli ki, Washington’dakiler, bu kırılmanın yaklaştığını da hissediyorlar. Bunu, Türk savcılar tarafından 15 Temmuz işgal girişimiyle bağlantısı nedeniyle aranan CIA’ın ünlü ismi Graham Fuller’in son yazısında yer alan “Washington ve CIA’nın bir kesiminde Türkiye’de eski usül bir rejim değişikliği öngörülüyor” cümlesinden anlıyoruz.
Bu işi, içerden kullandıkları bir cuntanın başarısızlığından sonra, ancak, tıpkı New York’daki kumpas davasında olduğu gibi, vekil kullanmadan doğrudan kendileri deneyebilir. Belki de Rusya’dan alınan S-400’lere dönük nedeni tam olarak dile getirilmeyen rahatsızlığın da kaynağı budur.
Oysa... Biz, masaya eşit ortaklar olarak oturmadan önce, Amerika Birleşik Devletleri’nden dürüst birözür bekliyoruz.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve nihayetinde 15 Temmuz...
Bu ülkenin yaşadığı tüm askeri müdahalelerde açıkça parmak izleri var ve bu izler zaman geçtikçe daha güçlü belirginleşiyor.
Demokrasimize yaptıkları ve bugün de sürdürdükleri açık saldırılar için önce özür dileyecekler...
İnsanlık onurumuza karşı yapılmış kanlı saldırıların üstünü örtüp, yaşamayı sürdüremeyiz....