Pentagon, Beyaz Saray’ı “şimdilik” ikna etmiş görünüyor...
Suriye’de kalacaklar...
Eskiden bizde böyle olurdu...
Siyasetçi takımı, o an hangi “cunta” hâkimse, dış meselelerde ona danışırdı.
Cuntanın izni ve rızası olmadan, herhangi bir konuda herhangi bir adım atamazlardı.
Bazıları buna “demokrasi” adını verirdi, hiç utanmadan...
Demokrasi (!) vardı ama söz hakları yoktu.
Fikirleri (!) vardı ama ifade edebilecekleri bir “zemin” yoktu.
Konumuza dönecek olursak...
Trump, geçen haftanın sonunda, “Yirmi dört saate kadar Suriye’yle ilgili önemli bir açıklama yapabilirim” diyerek, Suriye konusunda var olan “Pentagon çizgisine” geldiğini ilan (yahut itiraf) etmişti zaten.
Beklenen açıklamasını önceki gün yaptı: “DEAŞ’ı tamamen bitirmeden bölgeyi terk etmeyeceğiz.”
Bu açıklamanın yapıldığı gün, yabancı bir haber ajansı, DEAŞ’ın elinde toprak kalmadığına dair bir haber geçiyordu.
Soru şuydu:
DEAŞ’ın “alan hâkimiyeti” tamamen sona ermişti; örgüt, bir asayiş meselesine dönüşmüştü... Küçük “asayiş tedbirleriyle” de tamamen yok edilecek bir örgüt için bölgede ordu bulundurmak, hele terör örgütlerini silahlandırıp orduya dönüştürmek gerekir miydi?
Gerekmezdi...
Türkiye gibi müttefik ülkeleri üzmek ve ürkütmek hiç gerekmezdi...
Trump başlangıçta böyle düşünüyordu.
Çekilme kararını alırken, örgütün alan hâkimiyetinin sona ermiş olmasını gerekçe gösteriyordu.
Elinde toprak bile bulunmayan bir örgüt için, modern savaş gereçleriyle donanmış büyük bir gücü bölgede bulundurmanın, hele ekstradan masrafa girmenin anlamı var mıydı?
Beyaz Saray’a göre yoktu.
Dolayısıyla, bölgeden kalmanın bir anlamı da yoktu.
Fakat çekilme, Pentagon için “büyük yenilgi” anlamına geliyordu.
Çünkü “kalıcı olmak” için bölgede bulunuyorlardı ve siyaset kurumunun buna ikna olmasını istiyorlardı.
Kalıcı olup, bölgeyi terör örgütlerinin olası saldırılarından (!) koruyacaklardı. Aynı zamanda, bölgede partnersiz kalan İsrail’in güvenliğini sağlayacaklardı.
İlk bakışta “anlaşılabilir” görünen bu gerekçe, başka bir soruyu icbar ediyordu:
Madem Amerika bölgede “kalıcı” olmak istiyor; “meşru güçlerle” (stratejik ortaklarıyla ya da bölgedeki müttefik ülkelerle) iş tutamaz mıydı?
Hadi müttefiklerini güvenmiyor. Yerel halkla da mı (Arap kabileleriyle de mi) ortaklık yapamıyor?
Neden müttefiklerini ya da yerel meşru unsurları bypass ederek, nerdeyse bütün bir dünyanın “terör örgütü” saydığı PKK/YPG’yle iş tutuyor ve bu örgütü silahlandırıyor?
Bunun cevabı çok açık.
Çünkü Amerika Suriye’nin bölünmesini istiyor.
Partnerini de buna göre seçiyor.
PKK/PYD’nin dört ülkeyle (Türkiye, Irak, Suriye ve İran’la) çelişki halinde olduğunu hatırlarsak, partner seçiminin neyi hedeflediği kendiliğinden ortaya çıkacaktır:
Önce terör örgütü eliyle Suriye’yi bölmek, sonra sıradaki ülkeleri istikrarsızlaştırmak...
Suriye özel temsilcisi James Jefrey, önceki gün Trump’ın açıklamalarını şu şekilde tefsir etti: “ABD'nin Suriye'den çekilmesi kesin, ani ve hızlı olmayacak. Müttefiklerimize danışarak adım adım çekileceğiz... Ayrıca Esed rejiminin ülkenin kuzeyinde tekrar kontrolü ele geçirmesini istemiyoruz.”
Bu ne demektir?
Şu demektir:
Suriye’yi bölmeden çekilmeyeceğiz.