Bir süredir, ahlâkî yozlaşmanın, çürümenin bütün vebalini, faturasını AK Parti iktidarına, oradan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüklemenin özel gayreti içinde olanlar var.
Onları tanımasak, bu “takva” tavsiyelerinin, samimiyetlerinden kaynaklandığını ve kulak vermek gerektiğini düşüneceğiz.
Onları; Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşündeki “cesaret”i alkışlarken, yedi düvelle mücadele eden Erdoğan’ın cesaretini arada bir şöyle geçiştirmelerinden tanıyoruz.
Onları; referandumda, büyük milliyetçi, muhafazakâr/mütedeyyin çoğunluk, beka meselesi olarak “EVET”i desteklerken, yaşadıkları korkularından tanıyoruz.
Onları; ABD, R. Sarraf üzerinden kumpas kurduğunda, “rüşvetleri de unutmamak lazım ama…” diyerek devreye girmelerinden tanıyoruz.
Onların büyük çoğunluğunu; bir dönem iktidar nimetlerinden yararlanıp sonra siyaseten Abdullah Gül’ün peşine takılmalarından tanıyoruz.
Mesela yozlaşmadan söz ediyorlar, ahlakî bozulmadan söz ediyorlar. Ama A. Gül’ün, Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkma teşebbüsünü hiç eleştirmediler. Vefasızlık, nankörlük ahlakî yozlaşmaya girmiyor mu?
Gül kendisi açıkladı; CHP, İyi Parti, HDP ve Saadet Partisi mutabakat sağlasaydı Erdoğan’ın karşısına dikilecekti. Bugün “takva” üzerine nasihat edenler, Gül’ün vefasızlığını unutturmaya çalışmakla, bir gün evet, bir gün aynaya bakıp “sen önce nasihati kendine ver” diyebilmiş midir?
Gül aday olsaydı, mütedeyyin kitleye ihanet edilmeyecek miydi? Dilinizden düşürmediğiniz “ümmet”in hali ne olacaktı?
Lütfen artık nasihatlerinizi, faturayı doğrudan iktidara keserek yapmaktan vazgeçiniz.
Seçim öncesinde AK Parti’ye ve iktidara yüklenmenin yeni bir mecrasını açanları niye samimi bulmuyoruz?
Çünkü onların ortak özellikleri;
1. En doğru, en iyi Müslüman kendileri… Hata yapmazlar, herkesi eleştirirler ama kendilerine ufak bir eleştiri yöneltin hop oturup hop kalkarlar… Mesela desek ki, sizin yazdıklarınız Erdoğan kin ve nefreti ile dolu kesimlerde alkışlanıyor. Bu bile sizin kimin değirmenine su taşıdığınızı göstermez mi?
2. Kibir ve eneleri tepe yapmıştır, bu yüzden tevazuları iğreti elbise gibi durur.
3. En büyük ortak özellikleri, bir dönem hepsinin Erdoğan’ın yanında olmalarıdır. Hepsinin makam, mansıp sahipliği, içlerinde milletvekilliği yapmış olanları var. Erdoğan biraz mesafe koyduğunda bunu hiç hazmedemediler. Hep gözde olmalıydılar, hep tepede olmalıydılar. Onlar olmadığı için de şimdi mesele liyakatsizliktir. Çünkü liyakat sadece bunlarda var…
4. Bütün tavırlarına, homurdanmalarına rağmen gözleri hala Beştepe’ye doğrudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün kendilerine yeniden iltifat etse inanınız sevinçlerini zor gizlerler…
5. En sık söyledikleri, fısıltı gazetelerine manşet yaptıkları da şu: “Erdoğan eskiden çok iyiydi. Eskiden neydik, ne olduk. Erdoğan’ın etrafını sarmışlar, bizim ulaşmamızı engelliyorlar. Erdoğan var ya, bizi dinlese, bütün yanlışlarından kurtulur. Bak göreceksin 31 Mart’ta hepsi boyunun ölçüsünü alacak. Daha şimdiden kaybettiklerini anladılar zaten…”
Referandumda ‘HAYIR’ çıksın isterken de, Abdullah Gül’ü Erdoğan’ın karşısına iteklerken de, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşı çıkarken de bunlar aynı tayfaydı. Bütün bu dönemlerde hep sureti haktan görünüp “adalet, demokrasi, liyakat, keyfî yönetime hayır” deyip durdular.
Bakınız, “karşı taraf” hiç olmazsa kendini gizlemiyor. “Erdoğan’ı sevmiyoruz, istemiyoruz, akıbeti Menderes gibi olacak” diye açıktan söyleyebiliyorlar.
Bunlar ise kerameti kendilerinden menkul mihenk taşı…