Almanya’nın ünlü haber dergileri Der Spiegel ‘Erdoğan Devleti’, ‘Korkunç Dost’ ve son olarak minareleri füze olarak resmettiği ‘Diktatör Erdoğan’ kapağıyla ‘özel sayı’ yayınladı; Stern ‘Ulu Erdoğan’ kapağıyla çıktı.
Ekonomi dergisi Handelsblatt da geri kalmadı; Merkel’i Erdoğan heykeli önünde diz çökmüş gösteren ‘Bir diktatör doğdu’ kapağına imza attı.
FETÖ’cü darbe girişiminin ertesinde bile Erdoğan, Türk ve İslam karşıtı manşetleri ortada olan Bild, Tagezeitung, Freitag gibi gazetelerden söz etmek rahatsız edici.
Fransız L’Express’in Erdoğan’lı ‘Tehlikeli Türk’ kapağı, İngiltere ve ABD’den benzeri bazı yayınları da bunlara eklemek mümkün...
(Bu kapakların çoğunun, bu yayınların çıktığı ülkelerle Türkiye arasında ‘çıkar çatışması’ yaşandığı zamanlara ‘denk gelmesi’ ayrı bir araştırma konusu.)
Sadece Der Spiegel çalışanları değil, 5 kıtadan hiçbir gazeteciyi (Belki bir-iki Rus ve Çin devlet gazetecisi hariç), STK temsilcilerini, uluslararası gözlemciyi ve hatta turistleri bile ülkesine sokmayan Kuzey Kore’nin liderini kaç kez kapak yaptılar?
Ya da halkını katleden ve yine ülkesine izinsiz yabancı gazeteci sokmayan Beşar Esad’ı?
Google’da bulunabilen ‘birer’ yorumsuz kapak dışında...
Yapabilir ve “Ülkene girebilseydik gördüklerimizi yazardık, giremeyince istihbarat servisimizin verdiklerini ve hayal gücümüzü kullanıyoruz” diyebilirlerdi.
Oysa Türkiye’ye 200 euroluk uçak biletiyle gelebiliyor, araç kiralayıp kimseye nereye gittiğini söylemeden bütün ülkeyi gezebiliyor, diledikleri fotoğrafları çekebiliyor ve diledikleri kişilerle röportaj yapabiliyorlar.
Devlet yetkilileri “Gelin, görün, konuşun ve tanık olduklarınızı yazın” diye çağrıda bulunuyor. Yabancı gazetecilere, televizyonculara sık sık röportajlar veriyor.
Türkiye’deki tatil bölgelerinde yüzbinlerce Alman vatandaşı, neredeyse bir Türk vatandaşı gibi mal-mülk sahibi ve yerleşik olarak yaşıyor.
Sadece Almanlar değil, İngilizler, İrlandalılar, Hollandalılar...
Onların gözlemlerine başvurmak bir gazetecinin aklına ilk gelecek şey olmalı değil mi?
Türkiye’de de Başbakan Angela Merkel’i Hitler bıyığıyla resmeden manşetler çıktı, evet.
Bunun medya geleneğinde bir yeri olduğu söylenebilir, başka ülkelerde de örnekleri oldu geçmişte. Savunulmayacak örnekler de bulunabilir ama sistematik olarak nitelendirilemezler.
Gazeteciliği belirleyen, ‘liderin şahsında bir devletin politikalarını eleştirmek’ ile ‘bir lideri kasten şeytanlaştırmak’ arasındaki farktır.
‘Rahatsız edici sertlikte politik eleştiri’ savunulabilir, ancak bu yayınların altından ‘kişisel düşmanlık’ dışarı taşıyor...
‘Minarelerden fırlayan füzeler’ ise gazetecilik değil, ancak ‘İslam düşmanlığı’ örneği olarak ders konusu olabilir.
Bunlar, Almanya’daki sadece 3 milyon Türkiye kökenli Müslüman’ı değil, sayıları 4.5 milyonu geçen farklı ülkeden gelen dördüncü kuşağa ulaşmış Almanya doğumlu Müslümanları ve İslam’ı seçmiş Almanları da yabancılaştıran, düşmanlaştıran ayırımcı yayınlardır.
Uyum, entegrasyon ve en son ‘Alman Müslümanlığı’ gibi kavramları tartışan ‘Alman entelijansiyası’ (Wikipedia: Aydınlar topluluğu; TDK’da yok.) ve siyasetinin bu tür yayınlara karşı tavırsızlığı da ayrı bir endişe kaynağı...
Hitler döneminde baskı ve katliamdan kaçan Theodor Adorno gibi yüzlerce entelektüelin yanında, filozof Martin Heidegger, Carl Schmitt ya da Hitler için atom bombası yapmaya çalışan fizikçi Werner Heisenberg gibi birçok ünlü isim, Yahudi düşmanlığının da etkisiyle Nasyonal Sosyalizm’e entelektüel zemin sağlamayı seçmişti; bir kısmı da sessiz kalmayı...
1939’da Viyana’dan ABD’ye kaçan tarihçi Raul Hilberg’in, Alman infaz birliklerine (Einsatzgruppen) ilişkin “kumandanlarının birçoğu entelektüel insanlardı ve yeteneklerini, eğitimlerini ve bilgilerini iyi katiller olmak için kullandılar” ifadesi;
Ya da Yvonne Sherratt’ın, Almanya’nın büyük akıllarının Nazi rejimine saygınlık kazandırmak adına nasıl canla başla çalıştığını anlattığı “Hitler’in Filozofları” kitabı sadece iki örnek.
Alman entelijansiyası, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler’in bıraktığı entelektüel enkazı sırtlayıp kaldırmak zorunda kaldı.
Almanya’nın bugünkü ‘büyük akılları’ da kimi doğrudan, kimi ‘bir kısım medya’nın veya ‘bir siyasi aklın’ Türk ve İslam düşmanlığına dayalı yayınlarına sessiz kalarak, yarın enkazını kaldırmak zorunda kalacakları bir büyük yıkıma destek veriyor.
Gelecekte, 21. yüzyılın Heidegger’leri, Schmitt’leri olarak anılmak pahasına...