Akşener'in Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, bir apartheid devleti olan İsrail'in bebek katili Siyonist başbakanına benzetmesi kabul edilebilir bir siyasi dil değildir.
Hani irticalen sarf etseydi, o cümleyi sürçü lisan etti maksadı aşan bir ifade kullandı diye yorumlayabilirdik. Kaldı ki sürçü lisan bile olsa maksadını aşan bir ifade bile olsa her hâlükârda âkil bir siyasetçinin özür dilemesi gerekirdi.
İrticalen değil yazılı metinden okuduğu için bu ifadenin oraya maksatlı yerleştirildiği anlaşılıyor. Hadi diyelim metin yazarları Akşener'e böyle bir kumpas kurdular; tecrübeli siyasetçi dedikleri Akşener'in bu oyuna gelmemesi gerekirdi.
Hadi gözünden kaçtı diyelim.
O takdirde farkına varınca özür dilemesi gerekirdi.
Hâlâ bir özür duymadık.
Akşener, Başkan Erdoğan'ı açıkça çocuk katili birine benzeterek ABD güdümündeki terör örgütü PKK'nın söylemini tekrarlamış oldu.
Hadi siyasetçi inadı diyelim özür dilemedi; peki dün hakaret ettiği Başkan Erdoğan'ın ertesi günü memleketine gitmek de ne demek oluyor?
Bunun apaçık bir tahrik olduğunu tahmin etmeyecek kadar da mı öngörüsüz İP yönetimi?
Nitekim beklenen oldu. Akşener gösterilen tepkiyi tecrübeli bir siyasetçi gibi olgunlukla karşılamak yerine daha sert tepki verdi. Gerisi malum.
Şimdi bunların hepsini bir araya getirince ortaya provokasyondan öte bir sonuç çıkmıyor.
Hem ağır hakarette bulunacaksın, hem özür dilemeyeceksin, hem de ertesi gün hiçbir şey yokmuş gibi Başkan Erdoğan'ın memleketine gidip sokağın fitilini ateşleyeceksin, sonra da AK Parti'yi suçlayacaksın!
Ümit Özdağ'ın iddialarını ihtiyatla karşılıyordum ama bütün bunlar Özdağ'ı doğrulayan gelişmeler olarak duruyor karşımızda.
Kimse kusura bakmasın bu süreç İP'nin bir proje partisi olduğu iddiasını güçlendirmekten başka bir amaca hizmet etmemiştir.
Artık Akşener'in özür dilemesi bile bu sabıkasını temizlemez.
Bence siyaseti bırakmalıdır!
MUHALEFETİN PEKER SEVDASI
Öte yandan muhalefetin bir başka çaresizliğine şahit oluyoruz.
Açık bir operasyon görüntüsü veren suç örgütü liderinin videolarına muhalefetin dört elle sarıldığını görüyoruz.
Manzara 17/25 Aralık manzarasını andırıyor. 17/25 Aralık sürecinde ABD kuklası FETÖ, hükümete karşı bir operasyon çekmişti. Şimdi de ABD kuklası bir ülkede sahibi Türkiye aleyhtarı bir otelden, ABD kuklası FETÖ ve PKK'ya karşı canla başla mücadele eden iktidarın en başarılı bakanına operasyon çekiliyor.
İşin garip tarafı da muhalefet partileri ağızbirliği etmişçesine içişleri bakanının istifasını istiyorlar.
Aslında Başkan Erdoğan'ın istifasını istiyorlar. Çünkü bu sistemde siyasi sorumlu tek başına cumhurbaşkanıdır. Bakanlar elbette ki önemlidir ama başkanlık sisteminde bakanlar başkanın sekreterleri mesabesindedirler.
Erken seçim çağrıları da aslında aynı amaca hizmet etmektedir.
Muhalefet eski sistem alışkanlıklarından kurtulamadığı için anlamsız bir erken seçim çağrısı yapmaktan ve bir suç örgütü liderinin söylemlerine sığınmaktan öteye milleti ikna edecek bir program sunabilmiş değiller.
Bilerek ya da farkına varmadan Biden'in Erdoğan'ı düşürme projesinin birer parçası gibi hareket ediyorlar.
Emperyalistler artık kullanacakları insanların hepsiyle anlaşma yapma ihtiyacı hissetmiyorlar. Kullanmak istedikleri şahısların etrafında öyle bir ortam oluşturuyorlar ki kişi istemeden onların emellerine hizmet etmiş oluyor.
Muhalefet partilerinin düştüğü durum gibi.
İP dâhil yeni kurulan partilerin düştüğü durum bundan çok da farklı değil.
Efendim muhalefet tabii ki iktidarı eleştirecek diyorlar. Elbette eleştirecekler. Haklarıdır
Lakin eleştirilerini emperyalist FETÖ'nün ağzıyla ve PKK'nın söylemiyle yaptıkları zaman bu ülkeye değil emperyalizme hizmet etmiş olurlar.
Muhalefet partilerinden hangisi ülke sorunlarına çözüm üretecek bir program koydu söyleyebilir misiniz?
İki konuda birleşmişler Erdoğan nefreti ve eski sistem hasreti!