Kürt sorunu artık psikolojik bir boyut kazanmış durumda, kabul etmek lazım. Adını, durduğumuz yere göre başka türlü de koyabiliriz ama kimine göre Cumhuriyetle, kimine göre ise Osmanlı'nın merkezileşme politikalarıyla başlayan ve zaman içinde taşıyıcı aktörleri değişse de Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini ve güvenlik politikalarını etkileyen zaman zaman toplumsal olaylara dahi yol veren bir Kürt meselemiz var. Dolayısıyla siyasete soyunan hiçbir aktörün bu sorundan kaçma lüksü yok. Hatta bu o kadar önemli bir sorun ki uluslararası ilişkilerimizi kilitleme noktasına kadar gelebiliyor.
40 yıldır mütemadiyen terör uygulayan PKK ile birlikte sorun doğal olarak çok daha evsaflı bir hale geldi. On yıllarca, sorunun çözümü noktasında siyaset ehil sayılmadı, el atmak isteyen siyasetçilerin akıbeti ise hep hazin oldu. Adnan Menderes'in asılmasının 'bilinmeyen' sebeplerinden biri de aslında Kürt sorunu çözmek için bir takım girişimlerinin olmasıydı.
Böyle bir vasatta sorunu çözülebilir kılmanın en doğru yolu; askeri bakış açısının yol açtığı PKK ve Kürtleri birbiriyle özdeşleştiren yaklaşımın ortadan kaldırılması olabilirdi. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 2005'ten bu yana böyle bir perspektifle hareket etti. Kürtleri hem bebek katili PKK'nın zulmünden kurtarmak hem de PKK'nın suç galerisinin Kürtler üzerindeki baskısını ve Türkiye'nin batısındaki bu algıyı yok etmek. Başka türlüsü zaten mümkün olamazdı.
Çözüm sürecini başlatan bakış açısı buydu. Başarabilirdik, şayet sadece Türkiye ile ilgili bir konu olsaydı bu. Ama Türkiye'nin ilgili kurumları İmralı'daki terörist başı ile görüşürken Kandil'deki KCK yöneticileriyle görüşen onlarca istihbarat örgütü vardı ve Suriye'nin kuzeyinde kurulmak istenen "PKK bölgesi" için ABD ve Avrupa'nın sadece oluru değil teşviki söz konusuydu.
Böyle ortamlarda siz ne kadar çabalarsanız çabalayın, binanızı kaç kat çıkmış olursanız olun, ufak bir müdahale her şeyi mahvedebilir. Ve işin tabiatı şu ki, her şey maalesef başladığınızdan bile kötü bir noktaya geriler.
2012'den sonra Türkiye'nin başına gelenlerin tamamında PKK bir enstrüman olarak kullanıldı. Çözüm sürecinde dahi, Türkiye'den çok yabancı aktörlerin PKK üzerinde etkisi vardı.
Kanımca sorunun büyümesinde, ağır bedeller ödememize sebep olan ABD'nin Suriye politikasından daha çok Türkiye'deki muhalefet partilerinin katkısı var. Muhalefetin, PKK'nın koşulsuz silah bırakmasını şart koşan çözüm sürecine destek vermeyip, çözüm süreci bittikten ve terör eylemleri sıklaştırdıktan sonra PKK'ya tek kelime etmemesi dünyada benzeri görülmemiş vahamettedir. Halihazırdaki muhalefet partileri mevcut tutumlarıyla PKK terör örgütü için adeta nimettir. AK Parti ve CHP'nin Kürt sorununa yaklaşımındaki temel fark budur işte.
AK Parti bir Kürt partisidir aynı zamanda. Kürtlerin yarıya yakınının oyunu alır. Seçim zamanında bile Kandil'e, Hakurk'a operasyon yapmaktan çekinmez çünkü AK Parti'nin kafasında PKK ile Kürtler aynı şey değildir. CHP ise Doğu ve Güneydoğu'dan oy alamaz, Kürtlere tepeden bakar, Kürt sorunun bu noktaya gelmesinde zaten başrolü oynamıştır. Fakat AK Parti ve Erdoğan'a karşı PKK ve siyasi kolu olan HDP ile ittifak yapmaktan çekinmez.
PKK'ya yapılan operasyonlara karşı çıkar. Kandil'deki teröristlerin tebrik ve teşekkür mesajlarına karşı dahi bir açıklama yapamaz.
CHP'nin ne yaptığına bakmamak lazım yine de. Bence burada asıl rol MHP'ye düşüyor. Bu milletin bölünmez bütünlüğü gibi bir derdi olan kim varsa Kürtlerin sorunu onun da sorunudur. Unutmayalım, toplumların da psikolojisi vardır.
MHP'nin bu konuda yapıcı bir rol üstleneceğini umuyorum.