Tartışma giderek marazi bir hal aldı. Mütemadiyen hakarete uğrayan, dayak yiyen, işkence gören ve bu rutinin vardığı yerde hayatını hazin şekilde kaybeden kadınları korumak için çıkarılan yasalar birilerine fena halde dert oldu.
“Devlet kadın vatandaşlarını şiddet uygulayan erkek aile üyelerine karşı korumasın” diyemedikleri için “AK Parti aileyi parçalıyor” diyorlar.
Ama sorunun varlığına ve çözümüne dair hiçbir şey demiyorlar. Kadının ailede şiddet görmesi onlar için sorun mudur, bilmiyoruz. Bu zorbalık nasıl bitirilir, kadınlar sevdikleri erkeklerin elinden nasıl kurtarılır, şiddete meyyal erkekler nasıl ıslah edilir, söylemiyorlar. Dayağın hakaretin olduğu eve “yuva” denebilir mi, demiyorlar.
Varsa yoksa “6284 sayılı kanun aileyi parçalıyor”, “İstanbul Sözleşmesi eşcinselliği yayıyor”, “kadını evden çıkardınız, aile bitti” ezberleri. Tamamı yalan ve çarpıtma. Medyada bir iki kalem dışında sosyal medyada bot hesaplarla örgütleniyor ve ailesine düşkün çoluklu çocuklu kadınları hakaret menşınına boğuyorlar. Yaptıkları açıkça kadına şiddet…
O iş dedikleri gibi midir, sonuç bu ise bile sebep, gösterdikleri midir, baktıkları yok. Kuvvetle muhtemel böyle bir dertleri de yok, ezber bozma cesaretleri de.
Lakin sorunu büyüten, algıyı olgunun önüne geçiren bir etkileri olduğunu görmek gerek.
***
Değişen toplumu doğru okuyamayan ama toplumu etkileyen bir anti-kampanya bu… AK Parti iktidarını mesul tutsalar da yaptıkları şey sadece siyasi sonuç doğurmuyor. AK Parti’nin habitatı, doğal tabanı olarak görülen dindar-muhafazakar çevreleri sinsice zehirliyor.
Politik çevreler, STK’lar, entelektüeller ise kapalı devre gösterdikleri ilgi ve emeği, gürültücü güruhla muhatap olmamak için açık alana taşımıyor.
Gürültücü güruh bu hassas konuyu esir almış durumda. Hiç susmuyor, konuşanları çirkin ithamlarla linç ederek racon kesiyorlar.
Bir kısmı için bu tartışma bir kariyer fırsatı. İstiyorlar ki mesele şahsi polemiğe dönsün, biraz PR yapsın, kitap satsın falan.
Böyle olunca da aklı başında insanların bu “şirretin şerrinden sakınma tercihi” iyi sonuç vermiyor. Bu sayede fırsatçılar tarlayı rahatça sürüyor.
***
Üstelik AK Parti, işin yasal yönünü Meclis’in doğal işleyişi içinde halletmek isterken aile üzerinden çifte saldırıya uğruyor.
Laik, Kemalist, feminist çevreler AK Parti’yi “kadını eve tıkmakla”, “üç çocuk doğurmaya zorlamakla”, “aileyi önceleyip bireyi unutturmakla” suçlarken kendi tabanı içindeki bu güruh ve etkisinde kalanlar “kadını evden çıkararak aileyi dağıtmakla” itham ediyor AK Parti’yi.
KADEM’de ve Aile Bakanlığı’nda yoğunlaşan kasti/kesif eleştirilerin hedef büyüttüğü bir evredeyiz artık. Son olarak 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde yaptığı konuşma nedeniyle bu kez Emine Erdoğan Hanımefendi’yi hedef aldılar.
Meseleyi biraz bilen, adalet duygusu olan herkesin “ben varım” diyeceği sözleri nedeniyle üstelik.
Oysa meselenin özü budur, mesele kadın/erkek olmak değil “insan” kalmaktır.
O yüzden “ben varım”. Bilhassa şu satırları göndere çekiyorum:
“Mahrem alan, şiddetin uygulanmasına zemin olduğu anda, insan hakları ihlali başlamış demektir. Böylesi bir durumda mahremiyet ortadan kalkar. Söz konusu olan şiddetse, kol kırıldığında, yen içinde kalamaz!
Sıfatları ne olursa olsun, insanlar birbirlerinin sahipleri olamazlar. Erkekler kadınları mülk edinemezler. Üstünlük iddia edemezler.
Ahlak insani bir fazilettir. Cinsiyetten bağımsızdır. Başkasının ahlakından sorumlu olmak, kimsenin görev tanımı değildir.
Erkek ya da kadın herkes, insan olmak için doğar.
İslam, kadın ve erkeği birbirine yol arkadaşı kılar. Eşleri bir arada tutan muhabbettir.
Mal varlığına dahi tedbir konabilirken, can söz konusu olduğunda, hiçbir şey elbette riske edilemez.”