Kuzey Irak’taki fitnenin asıl hedefi Türkiye’dir.
Uzun vadeli bir ‘bölünme riski’nden bahsetmiyorum.
Asıl tehlike, bu fitnenin toplumumuzu daha da ayrıştırmasıdır ve fiilen başlamıştır.
Bu ‘Proje’yi yürütenler, içimizdeki bu fitneyi de yönetiyor.
CHP ve yandaşları, milletimiz arasında yeni bir fay oluşturmak için “Kürtlere bağımsızlık” kılıfını kullanıyor.
Bunun için tezkereyi bile kullanıyorlar. Dikkat ederseniz, “Biz tezkereyi destekledik” diye başlayıp, taban tabana zıt şeyler söylüyorlar.
Maalesef CHP’nin bir ‘millî refleks’ geleneği yok.
Tam aksine, Haçlılarla dolaylı ittifak, bu zihniyetin genetik problemidir.
Oysa bu belanın kapımıza dayanmasında CHP’nin büyük vebali vardır.
2003’te “Hayır” dediler...
Irak’ın işgalinden bu yana, o bölgede aleyhimize döndürülen dolapları uzaktan seyrediyoruz.
Çünkü 23 Eylül tezkeresine, desteğine ihtiyaç olmadığı halde “Evet” diyen CHP, 2003’teki hayati öneme haiz 1 Mart Tezkeresi için “Evet”ine ihtiyaç varken “Hayır” dedi.
14 Mart’ta 59. Hükümet’i kuran Başbakan Erdoğan’ın ilk işi 1 Mart Tezkeresi’nin rövanşını almak oldu.
20 Mart’ta yeni tezkere kabul edilmişti ama bu sefer de ABD, “Kürt dostlarımız Türkiye’yi Irak’ta istemiyor”, yani kibarca, “Geçti Bor’un pazarı...” demişti.
Ve yıllar sürecek bir oyun başlarken biz, sırtımızdaki ABD öfkesi kamburumuzla tribünlerin yolunu tuttuk.
Irak ve Suriye’deki olumsuzlukları kastederek, “Hükümet sınıfta kaldı” diyenler, aslında bu sonucu hazırlayanlardır.
O tarihte, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde siyasi müsteşar olarak görev yapan John Kunstadter, 20 Şubat’ta Washington’a gönderdiği değerlendirmede, “Kemalist Devlet’in anahtar unsurları, Irak meselesini iç politika amaçları uğruna, AK Parti hükümetini zayıflatmak için kullanıyorlar”diyor.
AK Parti de fire verdi
Elbette AK Parti’deki fireler de görmezden gelinemez.
Ancak iktidar partisinden birilerinin yanlışı, CHP’yi aklamaz. Çünkü bir iç icraattan değil, ulusal çıkardan bahsediyoruz.
O AK Partililerin de, bu tecritte nasıl bir ‘milli menfaat’ gördüğü, netice itibariyle kimlere destek verdiği sorgulanmalıdır.
ABD Büyükelçiliği’nin iki numarası Robert Deutsch, oylanmadan birkaç saat önce Washington’a gönderdiği mesajda, tezkereye karşı ‘yargı’ kalkanını kullanan iki isim için, “Kemalist Sezer ile İslamcı Arınç arasındaki tuhaf ittifak...” yorumunu yapmıştı.
Nitekim önde gelen ‘Hayırcılar’ın, sonraki yıllarda izlediği yörüngeye baktıkça insan “Keşke...” demekten kendini alamıyor.
Daha büyük imtihan...
AK Parti bugün de, tezkere için ‘Evet’ oyu vermekle bitmeyen bir imtihan ile karşı karşıyadır.
Bölgeden en çok oy alan AK Parti’deki Kürt siyasetçiler yoğun baskı altındadır.
Sadece siyasetçiler değil, Kürt kardeşlerimizi temsil veya himaye ettiğini düşünen yazarlar, yorumcular STK temsilcileri hatta muhtarlara kadar herkes, bu konudaki en küçük popülizmin, sadece istismarcıların işine yarayacağını iyi bilmesi gerekir.
Hele bu milletin tamamını temsil etme şerefine nail olanların, “Bu ülkede de Kürtler var” türü beyanlarının ülkemize de, Kürt kardeşlerimize de hiçbir faydası yoktur.
Aksi duruş, Kürtlerin istismarına katkıdır, vebaldir.
Elin bayrağı ile ‘bağımsızlık yürüyüşü’ mü olur?
Bugün,“Bağımsızlık Kürtlerin de hakkı” diye başlamak ilk düğmeyi yanlış iliklemektir.
Çünkü mesele, Kürtlerin bağımsızlığı değildir.